Covid-19 Salgını Sonrası Dönemin Dijital Kodları ve Siber Güvenlik

https://www.tasav.org/index.php/covid-19-salgini-sonrasi-donemin-dijital-kodlari-ve-siber-guvenlik.ht

Yeni tip koronavirüsü nedeniyle dünyanın çalkantı içine girdiği 2020 sonrasında dünyanın gelişimi büyük kırılmalara gebe görünmektedir. Dünya ekonomisi Nisan-Mayıs itibariyle %20’den fazla yavaşlamış, birçok ülkede üretim ciddi derecede azalmıştır. Ulaşım durma noktasına gelmiş, ülkeler giriş ve çıkışlara kapanmıştır. İnsanlar evlerden çıkmamakta ve buna rağmen iş ve hayatlarının gereği olan faaliyetleri yapmaya çalışmaktadır. Evlerden ya da ofislerden, ama biraraya gelmeden, uzaktan yürütülen birlikte iş yapma eğilimi artmaktadır. Kamu faaliyetleri ve vatandaş ile iletişim de yine uzaktan yerine getirilmektedir.

Yeni tip koronavirüsün hayatımızı nasıl etkilediği ve teknolojiyi hayatımızda nereye koyduğu bu salgın sonrası incelenmeye muhtaçtır. Bu inceleme; siyaset, iş, finans, devlet-vatandaş ilişkisi, güvenlik, sağlık, bilişim, sanayi, ticaret boyutlarıyla yapılmalıdır.  

Teknoloji ve Sağlık

Hastanelere gitmenin gittikçe ötelendiği dönem, insanları hastalık belirteçlerinin neler olduğuna ve bunları kendinde yoklamaya yönlendirdi. Elbette sadece belirteçler ile spesifik bir hastalık tanımlamak mümkün değildi. Diğer yandan, örneğin Covid-19 belirteçlerinden bir kısmı olanlar dahi hastanelere gitmekten imtina ettiler. Bununla beraber diğer sağlık sorunları nedeniyle de hastaneye gidişlerin önü kesilmiş oldu. Bu aslında her salgın döneminin bir karakteri olarak algılanmalıdır.

Hastanelere gitmenin geciktirilmesi ile insanlar bu teşhisleri kendi kendilerine yapmalarına imkân verecek aygıt talebi oluşturdular. Akıllı aygıt ve giyilebilir teknolojilerin tasarımları da hemen yönlerini bu talebe çevirdiler. Bundan önce hastanelerde göreve özel aletler olarak karşımıza çıkan EKG gibi cihazlar, saatlerin içine bir fonksiyon olarak girmeye başladı. Sadece bu da değil. Örneğin termometre, kalp atış ölçeri ve hatta kandaki oksijen satürasyonunu ölçen saatler dahi piyasaya giriyor. Bu arz ve karşısındaki talep, artık insanların kendi sağlıklarını kendilerinin analiz ettiklerini, erken teşhis imkânlarını hastaneye gitmeden sağlamak istediklerini ifade ediyor.

Bu durum, tele-teşhis (tele-health) kitlerinin kabullenilmesini de hızlandırıyor. Özellikle yaşlıların kullanımı öngörülerek bir süredir geliştirilen bu kitler, en temel teşhis araçları olan tansiyon, ateş, nabız, şeker seviyesi gibi ölçümleri bireyin evde yapmasına olanak veriyor. Teşhislerin muhatap doktora çevrimiçi iletilmesiyle de teşhis ve tedavi netleşiyor (tele-medicine). İşte bu kitlerin gittikçe daha yaygınlaştığı bir sürece giriyoruz. Her ailenin evinde bulunan ve aile hekimine irtibatlı sistemler çok uzak ihtimaller değiller.

Nesnelerin interneti teknolojisi ile sağlık alanı da kesişmektedir. Ölçüm cihazlarının verileri merkezî bir bulut sistemine iletmesi ile her kişi ve onu takip edenler bu ölçümleri görebiliyor. Bu sayede büyük bir faydanın daha önü açılıyor. Tek bir yerden tüm ülkedeki insanların ölçtüğü ateş değerlerini görebildiğinizde ateş belirtili bir salgının yayılımını ve odak coğrafî alanı da görme imkânı doğmuş oluyor. İşte sağlıkta büyük veri analizi diyebileceğimiz bu yöntem ile sadece ateş değil, tüm sağlık başvuru ve teşhis bilgileri işlendiğinde elde edilebilecek bilgilerin, tüm ülke çapında, anomalinin ve anomali kaynaklarının tespiti için ne kadar kıymetli olacağı görülebilir. Güncel salgın sürecinde dahi sokak bazına inen coğrafî analizler ile salgın kaynaklarının ve süper taşıyıcıların bulunması mümkün olduğu kadar, filyasyon ve tarama ekiplerinin bir alana odaklanması da mümkün olabilmektedir.

Diğer yandan yapay zekâ da büyük bir genişleme alanı sunmaktadır. Örneğin, radyoloji görüntülerine göre temiz, müspet, menfi görüntülerin öğretilmesi ile eğitilen bir yapay zekâya herhangi bir radyoloji görüntüsü verildiğinde bunun niteliği anında alarmlanabilecek, hatta radyoloji raporları otomatik şekilde yazılabilecektir. Çinli dev Alibaba şirketi de bu alanda yatırım yaptığını belirtmektedir. Alibaba, güncel çalışmasında tıbbî tahlil verileri ve akciğer taramaları verilen bir yapay zekâ ile Covid-19 teşhisi yapabilmektedir. Bir diğer örnekte de ABD’de bulunan MIT Üniversitesi, insan sesinden yeni koronavirüs etkilerini seçip yalnızca bir ses kaydından teşhis üzerinde çalıştığını belirtmektedir.

Yapay zekânın kullanılabileceği alanlar bunlarla da sınırlı değildir. Bir ilacın bir tür patojen üzerinde etkisinin olasılığı, geçmiş ilaç ve etken maddelere göre eğitilmiş bir yapay zekâ ile çok daha hızlı tahmin edilebilecektir. Daha hızlıca hayvan ve insan testlerine ilerlenebilecektir.

Bunlarla beraber biyoteknolojinin de geleceğin millî güvenlik alanı olduğunu görmek gerekir. KBRN olarak tabir edilen kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer silahlar arasında belki de en sinsi olanının biyolojik silahlar olduğu fark edilmelidir. Bunlara karşı savunmada olduğu kadar, hastalıkların tedavisinde de biyoteknolojinin önemi bundan sonraki dönemde gecikmesiz kavranacaktır.

Bu anlamda, üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir:

  • Biyolojik ve biyoteknolojik amaçlarla, genetik materyal değiştirme teknolojisi üzerinde çalışan bir laboratuvarın “yanlışlıkla” ya da “yönlendirilmiş hatayla” bir biyolojik tehdide ön ayak olması olasılığı dünya çapında yönetilmelidir. Nasıl uluslararası nükleer materyal üretimi sıkı bir şekilde denetleniyorsa, tüm biyoteknoloji çalışmalarının da yeterli seviyede denetime tabi olacağı, ulusal ve uluslararası bir model güçlendirilmelidir.
  • Yakın tarihte Türk vatandaşlarının genetik materyallerinin topluca ele geçirilme çabalarına rastlanmış, bunların bir kısmı başarılı da olmuştur. Bu nedenle yurtdışından edinilen, aşı ve benzeri, tüm halka uygulanması muhtemel uygulamalarda bir “biyoteknolojik/genetik tehdit analizi” şarttır.
  • Sağlık en az gıda kadar kendine yeter bir alan olmalıdır. Sadece bilinen pratiklerin iyi uygulandığı hastanelerle değil, hastalığı önleme aracı aşılar, tedavi ilaç ve teknolojileri gibi alanlarda da kendine yeterlik hedeflenmelidir.
  • Patent ve diğer fikrî mülkiyet hakları, ülkelerin sağlık üzerinde münferit gelişmelerini engellemektedir. ABD’de metotlar dâhil olmak üzere fikrî mülkiyet için liberal bir yaklaşım varken, Avrupa’da tıbbî metotlar doğrudan patentlenebilir değildir.[1] Ancak Avrupa’da da metotlar, ilaçlar ve ürünler için dahi patentleme için, daha önce tıbbî amaçla kullanılmayan bir ürünün “ilk tıbbî kullanımı” ya da amaç-limitli-ürün-iddiası gibi çok geniş arka kapılar bulunmaktadır. Önümüzdeki dönemde, aşı, ilaç, tedavi yöntem ve teknolojilerinin patentlenebilirliği konusu tartışmaya açılmalıdır.
  • Ülkemiz kısa süre içinde solunum cihazı üreterek önemli bir başarı sergilemiştir. Ancak, solunum cihazlarının tıbbî teknolojiler arasında alt-orta teknoloji alanında olduğu unutulmamalıdır. Orta ve yüksek sağlık teknolojisi alanında çalışmaların ilerletilmesine hâlen büyük ihtiyaç vardır. Ülkemizde bu çalışmaların devlet güdümünde Aselsan gibi daha önce savunma alanında başarı hikâyesine sahip şirketler tarafından yapılması ile ilgili bir irade oluştuğu görülmektedir. Bu noktada doğru politika, tek bir şirketin desteklenmesi yerine rekabetçi, yani hedefe doğru eş zamanlı koşan alternatiflerle desteklenmesi şeklinde olacaktır. Rekabet, hem yüksek kalite hem de yedeklilik getirecektir. Dünya pazarı birden fazla Türk alternatife fazlasıyla açıktır.

 Teknoloji ve Devlet-Vatandaş İlişkisi

Covid-19 salgını ile beraber halk evlere sığınmıştır. Kamu işlevleri için kamu kurumlarına gitmek yerine uzaktan bu işleri halledebilme talep edilmektedir. Türkiye Cumhuriyet e-Devlet Kapısı bu noktada en mahir araç olmaktadır. Tüm vatandaşların girebildiği sistemde bundan sonra çok daha geniş yelpazede uygulamalar bulunabilecektir.

Vatandaşların evlerde olması, kendilerine interneti ve sosyal medyayı bir arabirim yapmalarını getirmiştir. Bu anlamda sosyal medya, bir iç kamu diplomasisi aracı olarak bundan önce olmadığı kadar öne çıkacaktır.

Sosyal medyanın ana mecra hâline gelmiş olması, sadece vatandaş ve devlet tarafında değil, bunlara tehdit unsurlar tarafında da gerçekleşmiştir. Sosyal medya, bölücü, yıkıcı, sinsi terör örgütleri tarafından da yoğun şekilde kullanılmaktadır. Gerek PKK gerekse FETÖ terör örgütlerine ait sosyal medya hesapları Atatürk, TC, adalet gibi maskelerle sosyal medyada kendilerini gizlemekte, psikolojilere hitap eden mesajlarla bu örgütlerin görüşlerini yaymaktadır. Bundan sonraki dönemde de bu çaba ve yöntemlerin güçleneceği görülmelidir.

Devletlerin vatandaşlarının aşılanması noktasında hassasiyeti güçlenecektir. Özellikle son dönemlerde yaygın olan, ailelerin aşı yaptırmama seçimlerine karşı devletler daha zorlayıcı olacaktır.

Bu anlamda üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir:

  • İnternet mecralarındaki terör tehditlerine karşı duruş yine sosyal medya üzerinden olacaktır. Ancak bu çalışmanın siyasî partiler ya da vatandaşlar yanında devlet aygıtları tarafından da yürütülmesi gerektiği açıktır. Devlet aygıtları bundan önceki dönemde ağırlıklı olarak bu hesapların arkasındakilere ulaşarak, polisiye ve adlî yöntemlerle bertaraf etme yoluna gitmiştir. Artık bu yeterli değildir. Tehditkâr hesapların arkalarındaki unsurlar bulunana dek, bizzat devlet kurumları açacakları sayfalar ile karşı algı yönetimi yapmalıdır.
  • Sosyal medya mecralarının Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve mahkemelerine muhataplıkları çevreleyici şekilde sağlanmalıdır.
  • Kişilerin kimlik tespiti ve aşı takibi gibi amaçlarla yonga (çip) uygulamalarının önerileceği teorileri ciddiye alınmalı, bunlara karşı insan onuru, özgürlüğü ve diğer anayasal haklarını koruyacak bir duruş oluşturulmalıdır. Bu noktada sadece vücut yongaları değil, yüz tanıma, parmak izi, avuç izi, retina izi gibi biyometrik kimliklendirme araçlarının durumu da analiz edilmelidir.
  • Çin’de renk yelpazesi uygulaması ile salgın hastalık durumuna göre bir renk kodu alan vatandaşların hangi ortama girip girmeyecekleri denetlenmektedir. Şu an için ülkemizde bu durumu gerektirecek bir acil durum oluşmamışsa da, gelecekteki daha büyük salgın olasılıkları göz önünde tutularak salgın eylem planları güncellenmeli ve ilgili kurumların büyük bir ahenkle yapabilecekleri şekilde organlara aktarılmalıdır.

Teknoloji ve İş, Finans, Sanayi, Ticaret

İş dünyası yeni korona virüs salgını ile çok hızlı şekilde adapte olarak muhtelif uzaktan çalışma yöntemlerini kullanmaya başladı. Bu pratikler şu şekilde özetlenebilir.

  • Bilgi depoları: Evlerden ya da belli bir mesafeyle çalışan şirketler, daha önce muhtelif kağıt evraklarda bulunan bilgilerin ortak ulaşılabilir olması için çevrimiçi diskler ve doküman yönetimi sistemleri kullanılmaya başladı.
  • Uzaktan toplantılar: Hem birkaç kişilik toplantılar hem de birebir görüşmeler de olduğu kadar konferanslar için dahi çevrimiçi platformlar yoğun şekilde kullanılmaya başlandı. Bu gelişimin daha hızlanacağını öngörmek mümkündür.
  • Uzaktan çalışma: Bu süreç ile beraber işi elverenler anında uzaktan çalışmaya geçtiler. Uzaktan çalışma doğası gereği etkileşimin daha az olduğu bir çalışma tipi olsa da bu bir yandan da verimlilik anlamına gelebilir. Etkileşim de gerektiği kadar bilişim iletişim araçları ile yapılabilmektedir.

Bir coğrafî konuma bağlı olmaksızın da çalışabildiğini gösteren bu reel dönem ile yabancı iş gücünün uzaktan istihdamının önü daha açılmış olacak, iş piyasasının coğrafî sınırları daha belirsizleşmiş olacaktır.  Bu işsizliğin artışını destekleyebilecek, ancak diğer yandan şirketlerin rekabetçiliğini de destekleyecektir.

Bununla beraber özellikle ortak kullanılan teknolojik aygıt ve araçlar için dokunmadan işletim önem kazanmaktadır. Bu anlamda temassız ödeme sistemleri, ses ile komut verilen kiosk ve benzeri ortak kullanım araçları, göz ya da vücut hareketleri ile yönlendirilen makine-vizyon (machine vision) arabirimlerin öne çıkacağı söylenebilir.

Evden çalışma ve evde kalma deneyimleri elektronik ticarette de bir dönüşüm getirmiştir. Bu dönüşümde özellikle market alışverişlerinin de evden yapılmasıyla beraber e-ticarette yeni bir segment doğmuştur denilebilir.

Her ne kadar bilgisayar ve telefon tabanlı iş yapan kurumlar için uzaktan çalışma mümkün olsa da, fabrikasyon üretim yapan ya da malzeme ile çalışması gerekilen işlerde bu mümkün olmamıştır. Fabrikaların çalışma ortamları imkânlar dâhilinde salgın önlemlerine göre düzenlenmeye ve vardiya sistemleri işletilmeye başlansa bile, durum bir arz sorununa yol açmıştır. Bu arz sorunu gelecekte olası durumlarda insana daha az bağımlı çalışan fabrikalar fikrini güçlendirmektedir.

İnsansız ve karanlık fabrikalar olarak da tanımlanan fabrikaların çalışması için tezgâh, makine ya da bantlarda insana neredeyse ihtiyaç duymamaktadır. Üretim, ışıklandırma ya da iklimlendirme de gerekmeyen ortamda, robot kollar, makineler, tezgâhlar ve bantlar aracılığı ile yapılmakta, her bir sistem, tezgâh, fabrikadaki sensörler, nesnelerin interneti ile tam iletişim hâlindedir. Bu fabrikalar yalnızca kendi içinde değil dışarı ile de iletişim hâlinde olarak, örneğin tedarik zinciri üzerinde hammadde siparişlerini verebilmekte, fabrikaya geliş zamanlarını takip ederek üretimi planlayabilmektedir. İşte her fiziksel sistemin “siber” özellik kazandığı bu yapılar, “siber fiziksel sistemler” olarak isimlendirilmektedir.

Sanayi 4.0 akımı için 3 boyutlu yazıcılar da ana unsurlardandır. Yeni bir ürün üretimi için 3 boyutlu yazıcıların kullanımı ile prototipleme çok hızlı yapılabilmekte, yeni bir ürünün üretiminin benzetimi de yalnızca bilgisayarda çalıştırılacak bir yazılım aracılığı ile yapılabilmektedir. Böyle bir fabrikasyonda, fabrikaların insansız hâle gelmesi elbette iş gücü piyasasında devrim niteliğinde etkilere de yol açacaktır.

Bu anlamda üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir:

  • İnsansız fabrikalarla beraber işçilerin geleceğini düşünmek gerekmektedir. Öngörülebilir bir meslekî dönüşüm gerçekleşecektir. Bu anlamda işsizlik fonu, bu hareket için hazır tutulmalıdır.
  • 4’üncü sanayi devrimi ile beraber bazı yeni mesleklerin de oluşması beklenmektedir. Veri bilimciliği, robot koordinatörlüğü, endüstriyel programcılık, 3 boyutlu yazıcı uzmanlığı, kullanıcı arayüzü tasarımcılığı, her alanda bilişim uzmanlıkları, robot ve kontrol mühendisliği, e-ticaret uzmanlığı, siber güvenlik uzmanlığı gibi bu dönemle yükselecek meslekler için yönlendirilmiş politika çalışmalarına hız verilmelidir.
  • Sanayi 4.0 buna erken geçen ülkelerde verimlilik yükselişi ve maliyetlerin düşmesi sayesinde çok daha rekabetçi fiyatlar olarak bizi de etkilemeye başlamıştır. Kaçınılmaz şekilde, çok daha ucuz mal sağlayabilen küresel tedarikçilere karşı yerli üreticilerin tutunabilmesi, ancak akıllı fabrikalara doğru ilerleme ve çeşitli gümrük bariyerleri ile olabilecektir. Her iki eylem için de politika çalışmaları gerekmektedir.
  • Üretim sürecinin tedarik zinciri incelenmelidir. Tedarik zincirindeki olası yurt dışı kaynaklı bozulmalar hâlindeki durum analiz edilmeli ve ilgili başlıklardaki malzeme, hammadde üretiminin ülkede yapılması için politikalar yönlendirilmelidir.
  • 1 milyon istihdam projesi gibi projelerle atılan adımlarla gerekli kalitede teknik personel yetiştirilebilirse, yabancı şirketlerde maaşlı ya da bağımsız çalışacak bu personeller, Türkiye için bir döviz kaynağı hâline gelebilecektir.
  • Salgın döneminde sağlığın gereği olarak karar almayı engelleyen unsurlardan birisi haklı olarak ekonomik gerekçeler olmuştur. Benzer durumlar için ülkemizin işsizlik ve acil durum fonları güçlendirilmelidir.
  • Kullanımı çok artan e-postalar ve çevrimiçi diskler (drive) nedeniyle birçok şirket ve kurumun verisi bu platformlar üzerine taşınmaktadır. En hızlı şekilde yerli platformların oluşması ve güçlenmesi için rekabetçi ortam sağlanmalıdır. Mevzuatlarla yalnız kamu değil tüm vatandaşların verileri yurtiçinde tutulmalıdır.
  • Çoğunluğu Çin ve Amerika menşeli sesli ve görüntülü görüşme platformları üzerinden geçebilecek ses verilerinin belirlenmiş anahtar kelimelerle izlenebildiği teknolojiler olduğu düşünüldüğünde, bu platformların yerli olmaması büyük sorun oluşturacak görünmektedir. Bu platformların şu amaçlarla yerli olması için ortam oluşturulmalıdır: Birincisi, görüşmenin noktadan noktaya akışında, trafik hiçbir şekilde yurt dışına çıkmamalıdır. Tüm sunucu sistemler de yurt içinde olmalıdır. İkincisi, bu uygulamaların yazılımları burada geliştirilmeli, istenirse Türkiye’de güvenlik anlamında sertifikasyona tabi tutulabilmelidir. Üçüncüsü de, bu iş için Türkiye’de tüketiciler bir para harcayacaksa, bu TL olmalı ve Türkiye’de kalmalıdır.
  • Türkiye’de uygulanmakta olan e-ticaret müşterilerini koruma mevzuatının uzaktan market alışverişlerinde de müşterileri koruyup korumadığı analiz edilmelidir.
  • Yapay zekâ kullanan sistemlerin yaygınlaşması ile beraber bu sistemlerin aldığı eylem kararlarının sonuçlarının yol açtığı hukukî durumların analiz edilmesi ve kanunların bunları da kapsayacak hâle gelmesi gerekmektedir.
  • Kripto para olarak tabir edilen, sınırlı bir algoritma ve kriptoloji kaynağına dayanan para birimleri hakkında, vatandaşların kullanımı, mali suçların engellenmesi, kripto para üretimi, kripto para regülasyonu başlıklarında çalışmalar yürütülmelidir.
  • Nakit kullanımının azalacak olması ve tüm harcamaların kayıt içi sistemlere doğru kaymasıyla beraber vergilendirme modellerinde değişiklikler beklenebilecektir. Bu rüzgârın da kullanılmasıyla beraber, teşvik edici vergilendirme şemaları ile halk kayıt içi harcama yöntemlerini kullanmaya teşvik edilmelidir.
  • Halkın imkânları dâhilinde kendi ve yöresinin ihtiyaçları için yerelde bitki yetiştirmesi ve gıda üretimi için modeller geliştirilmelidir. Herhangi bir salgın anında kapanan bir ilde, özellikle ana gıdalar olmak üzere kendine yeter bir üretim-tüketim dengesi önemlidir. Seracılık politikaları da bölgesel değil, tüm ülkeyi kapsayacak şekilde tasarlanmalıdır.
  • İnsandan bağımsız yenilenebilir enerji ile ülke coğrafyası içinde olabildiğince eşit dağılmış bir enerji üretim kapasitesinin oluşturulması gereklidir.
  • Ülkemiz, arz istikrarını sağlamaya odaklanmalıdır. Her bir ihtiyaç kaleminde “ulusal stok” kavramı ve “yerli üretim” ilkesi güçlenmelidir.

Teknoloji ve İnsansız Savunma

Bu başlık iki ana şey vaat etmektedir. Bunlar, geleceğin salgınları sırasında olabilecek savaşlara hazır olmak ve insansız savunma ile can kayıplarının en aza indirgenmesidir. Günümüzde fiziksel mesafenin ana korunma önlemi olduğu bu salgında, bu önlem askeriyenin birlikte yaşama kültüründe çok kolay uygulanamayacaktır.

Günümüzde, robotik, gömülü sistemler, güvenilir haberleşme, yapay zekâ, optik ve sensör teknolojilerinin gelişmesi insansız çalışan araçların gelişimine imkân sağlamıştır. Uzaktan kontrollü ya da otonom olan bu sistemler hem sivil hem de askerî alanlarda yer bulmuşlardır.

Sınır güvenliği noktasında da oldukça geniş sınırlara sahip olan ülkemiz, yıllardır sürdürdüğü insanlı sınır güvenliğinin ötesinde bir başarı için duvarları tercih edilmiştir. Duvarlara ek olarak tesis edilecek insansız gözlem kulesi projeleri yürütülmektedir. Bu projelerin bundan sonra hızlanacağını görmek mümkündür.

Bu anlamda üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir.

  • Yalnızca hava değil, su ve kara araçlarında da insansız sistemlerin geliştirilmesi için politikalar oluşturulmalıdır.
  • Tüm dünya için korona sonrası dönem ekonomik krizle beraber anılmaktadır. Bu noktada teknolojinin yardımıyla insana en az bağlı ve kalıcı sistemlerin oluşturulması yönünde politikalar gereklidir.
  • Benzer ve daha güçlü salgınlar halinde yaşanabilecekler, tatbikatlar halinde ele alınarak, savunma, sivil savunma ve kolluk kuvvetleri için protokoller gözden geçirilmelidir.

Dijitalleşme ve Uzaktan Siyasî İletişim

El sıkışma ve insana dokunarak siyaset zaten bir dönüşüm içerisindeydi. Bu dönüşüm teknoloji ile itekleniyor gibi görünse de, aslında siyasetin dönüşümü için zorlayıcı etken teknolojinin kendisi değildir. Siyasetin tarafı olan ve yeni doğumlarla daha da değişen nesil için vitrin, iletişim mecrası ve itibar tartısı gittikçe sayısal ortamlar halinde gelmeye zaten başlamıştı.

Yeni tip koronavirüs salgını da, gençler ve erken yetişkinler için internet, dijital tv ve sosyal medya kullanımını artırmıştır. Bununla beraber orta yaşlı ve yaşlı kesim de sosyal medya ile tanışmak için evde kalma sürecini bir zorunlu fırsata çevirmiştir. Dolayısıyla dijital göçmen diye tarif edilen, dijitalleşmemiş dünyada doğup, sonradan dijital dünyaya gelenlerin sayısı da artmıştır. Sosyal medya eskiden olduğundan daha farklı şekilde, orta yaşlı ve yaşlılar için de bir mecra hâline dönüşmektedir. Salgın iletişimi için Sağlık Bakanlığı’nın infodemi (info+pandemi, salgın bilgilendirmesi) mecrası olarak internet ve sosyal medyayı kullanması da dijital göçü hızlandırmıştır.

Salgın süresinde sosyal medya platformlarının birbirlerine göre ayrışmaları da dikkat çekicidir. Tartışmanın içinde olmak isteyenler Twitter’ı tercih ederken, hastalık duymak istemeyen ve eğlenceli ve magazin içerikleri tercih edenler için mecra Instagram olmuştur. Facebook ise tartışmadan ziyade geniş bilginin yayımı için tercih edilen ortamlar olmuştur.

Kovid-19 salgını ve bu salgının öngörülen sonraki aşamaları düşünüldüğünde insan davranışlarında kalıcı etkisi olacağı açıktır. Bundan önce opsiyonel görülen sosyal medya ve dijital iletişim, korona sonrası dönemde zorunlu hâle gelmiştir. Eskiden “çalışmaların sosyal medyadan duyurulması” diye özetleyebileceğim siyasette dijitalin kullanımına “Dijital Siyaset 1.0” dersek, bugünden sonra göreceğimize “Dijital Siyaset 2.0” diyebiliriz.  

Sadece sosyal medyaya özgü yapılan propaganda çalışmaları artacaktır. Bu çalışmalar uzaktan iletişimin getirdiği etki ile daha katılımcı ve belki de daha açık sözlü olacaktır. Bu kampanyalar etiketlerle yapılan ve birkaç güne yayılan zincir kampanyalar olabileceği gibi, etki-tepki içeren kampanyalar da gerçekleşmeye başlayacaktır.

Dijital kampanyalarda kampanyaya muhatap olanlar yalnızca bir alıcı değil, aynı zamanda da kampanyanın bir konuşanı hâline gelebilmektedir. Savunulan konularla ilgili kısa, etkili, okunduğunda ya da izlendiğinde anlaşılabilen gönüllülerin yayacağı içerikler önemli hâle gelmektedir.

Bununla beraber siyasî iletişime uzak duran kişiler için de durum değişmektedir. Sosyal medyada bir siyasî mesaj, ansızın siyasî iletişime kapalı kişileri bulabilmekte, mesajın içeriğine ve mesajların tekrarına bağlı olarak siyasî katılımı artırmaktadır.

Alışılagelen kampanyaların mitingleri, parti parti birbirini takip eden, dolayısıyla sonrakilere, önceki mitingi yapana cevap hazırlaması için bir süre veren şekilde gerçekleşirken, yeni dijital siyaset iletişimi ile bir dijital kampanya başladığında etkileşim anında oluşmaya başlamaktadır. Dolayısıyla etki-tepki çok hızlı oluşacaktır. Bu etkiye tepkinin hazır şekilde mesajı sunmak isteyen tarafından verilmemesi hâlinde karşı mesaj ileten baskın gelebilecektir.

İnternet kampanyalarında kitleyi büyük gösterme ve etki-tepkide baskın çıkma güdüsü, yazılım robotlarının (chatbot) kullanımını da artıracaktır. Geçmiş ABD seçimlerindeki kullanımına baktığımızda Türkiye için de sosyal medya robotlarının yoğundan öte baskın bir şekilde kullanılacağını öngörmek mümkündür.

Diğer yandan sosyal medya kampanyalarında yaş ayrımı da yapılabilmektedir. Bundan önce tüm kitleye önerilerle giden kampanyanlar yerine farklı cinsiyet, ilgi ve yaş dilimlerine göre farklı kampanyalar tasarlanabilecektir.

Dijital siyaset 2.0’da alışılagelen televizyon platformlarındaki etki gücünün bir kısmının sosyal medyaya ve dijital tv platformlarına kayacağı değerlendirilmelidir. Bu kapsamdaki medya mecraları yeni medya olarak da tabir edilmektedir.

Ölçümleme anlamında düşündüğümüzde de yeni dijital siyaset avantajlar sunmaktadır. Sosyal medya mecralarının analitik platformları gibi karmaşık reklam etki değerlendirmeleri çok hızlı şekilde alınabilecek, her bir etkinlikte etki-tepki mesajlarının ve etiketlerin izlenmesi ile dahi kampanyanın başarısı ve bu başarının kalıcılığı nicel olarak ve anında ölçülebilecektir.

Bu anlamda üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir:

  • Sosyal medya robotlarının kullanımına izin verilip verilmeyeceği ile beraber, bu robotların, sosyal medya mecralarında mecra işletmecilerince hızlı şekilde engellenmesi üzerinde çalışılmalıdır.
  • Siyasî partilerin internet ve sosyal medya reklamları kullanımında ücretlendirme ve vergilendirme konuları çalışılmalıdır.
  • İnternetin insanları özgürlüğe sevk eden tasarımı ve bu şekilde geçirdiği 20 yıl üzerine sinmiştir. Bu platformlar üzerinde engelleyici politikalar bu platformların ağırlıklı kullanıcıları olan gençler ve erken yetişkinler tarafından olumsuz olarak algılanabilecektir. Bu nedenle engellemelerde, engellerin nihaî sonuçlarının beklentiyi sağlaması iyi irdelenmeli, engel-fayda dengesi gözetilmelidir.
  • İnternet bazlı engeller yerine herhangi bir olay anında buna hızlı müdahale edilebilmesi için, yabancı sosyal medya mecrası şirketlerinin devlet emrine en hızlı şekilde uymasının sağlayacak araçlar geliştirilmelidir. Maddî vergilendirme ve maddî cezalandırma gibi yan yöntemler Türkiye’de para kazanan sosyal medya şirketlerine karşı güçlü birer araç olarak kullanılmalıdır.
  • Bunların yanında, algı çalışmalarına, algının hızında, karşı algı ile mukabele yöntemleri çalışılmalıdır. Bu anlamda sosyal medya ofisleri ile 7/24 esasında çalışılmalıdır.
  • Siyasî mesajların görselle zenginleştirilmiş, çok kısa dijital mesajlar hâline getirecek medya fabrikaları gündeme gelmelidir. Siyasî mesajlar alışılagelen ve zaten destekleyen siyasî kitlenin kolayca kabul edeceği, desteklemeyenler için ise sıradan kabul edilip kolayca reddedecekleri mesajlar yerine, münazara teknikleri henüz mesajı dağıtan partiyi desteklemeyenleri de hedefleyebilmelidir.
  • Salgının devamı ya da olası diğer salgınlar karşısında “dijital oylama” yöntemleri üzerine tartışmalar gündeme mutlaka gelebilecektir. Bu anlamda öncül çalışmalar gereklidir.
  • Siyasetçi ve politikacılar için de uzaktan toplantı yöntemleri ile kendi kitlelerine ulaşmaları yöntemi kullanılmalıdır. Bu seçmenler için siyasetçi-seçmen etkileşimli sosyal medya toplantıları olabileceği gibi, bölgesel derneklerle toplantıların uzaktan yapılabilmesi gibi siyasetçi-kurum etkileşimli toplantılar da olabilecektir.

Dijital Dönüşüm

Covid-19 salgını ile beraber tüm dünyada dijital dönüşüm hızlanmıştır. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik ile beraber, ortam ve alet olmaksızın eğitimler düzenlenebilecek, eğlence sektörü için de sinemanın verdiği büyüklük ve üç boyut bu teknolojilerle sağlanabilecektir. Bu teknolojilerin tamamlayanı ise hologram teknolojisi olacaktır. Bugün dahi örneklerini gördüğümüz bu teknolojideki ivmelenmenin hızlanacağı ve uzak görüşmelerin üç boyutlu hologramla yapılacağı bir dünya daha da yakındır.

1850’lerdeki kolera salgını şehirler için yeni kanalizasyon sistemlerinin gerçekleştirilmesine yol açmıştı. Kirli suyun temiz sudan uzak şekilde atılabilmesi problemi çözülmüştü. Bu salgın da şehirlerde birçok etkiye yol açabilme potansiyeline sahiptir. Örneğin, şehrin göbeğinde kalabalık ile beraber olmak yerine, şehirden uzak, daha ucuz, ama kaliteli hayatlar bir tercih sebebi hâline gelebilecektir. Güneş enerjisinin kullanımı bu anlamdaki ulaşım maliyetlerini azaltacaktır. Yine benzeri şekilde sokaklarda ücretsiz kullanılabilecek ateş ölçerler ile erken teşhise imkân verilebilecektir. Akıllı şehir teknolojileri ile hastalık yoğunlaşma bölgelerinin tespiti de sağlanabilecektir.

Salgın sırasında alınan istatistiklere göre elektronik oyunlar zirve yapmaktadır. Durum bu iken, futbol oyunları da uzun süre oynanamamıştır. Bilgisayar oyunlarının bir lig kapsamında oynandığı e-spor olarak tabir edilen sporun fanlarının sayısı da gittikçe artacaktır.

Ülkelerin mevcut verileri ve siber hâkimiyet alanları o ülkelerin dijital topraklarıdır, dijital vatandır.[2] Siber güvenlik ise dijital vatanın olmazsa olmazıdır. Toprağın üstünde görünenler, her türlü bilişim sistemi, yazılımlar ve bunların bağlı olduğu ağlardır. Toprağın altında ise milyonlarca vatandaş ve devlet tarafından üretilmiş her türlü veri vardır.

Ancak dijital/siber sınırlar daha muğlaktır. Yalnızca coğrafî sınırlarımızla da düşünülemez. Ülkemize ait bir sistemin veya verinin, başka bir ülkede bulunuyorsa dahi, bir ekslav gibi dijital vatan içerisinde kabul edilmesi gerekir.

Dijital vatanın kara yolları ise iletişim ağlarıdır. Bu iletişim ağları bugün baktığımızda, bakır ve fiber tabanlı kablolu ağlar ile mobil gibi kablosuz ağları içerir. Bu noktada dijital yolların kime ait olacağı, kara yollarının devletin mülkiyetinde olup olmadığı tartışması kadar önemlidir. Tüm dijital yolların da devlete ait olması beklenmelidir.

Dijital vatanın toprak altı kıymeti veridir. Veri, bir maden gibi büyük bir kıymettir. Verinin işlenmesi işine de veri madenciliği denmesi bu anlamda bir tesadüf değildir. Bu veriye kimlerin sahip olacağı, sahipliklerinin sınırları, bu veriye (madene) devletin uygulayacağı mevzuat, devletin veriden kazanacağı pay gibi başlıklar hali hazırda yoğun tartışmaların olduğu bir alanlardır. Dijital vatan, “dijital münhasır ekonomik bölgeler” oluşturmak için de ülkelere büyük fırsatlar sunmaktadır.[3]

Elbette, dijital vatanın güvenliği de önemli bir başlıktır. Bu noktada şu anda yalnızca coğrafî sınırlar içindeki veri ve sistemlerin güvenliği tartışılmaktadır. Hâlbuki bir Türk şirketine ait Almanya’daki bir sistem ve altındaki veri de bu anlamda vatan içinde kabul edilmelidir.

Bundan 50 yıl önce internet nasıl ortaya kondu ve bugün internete hâkim olmak bir millî güvenlik konusu ise, bundan 20 yıl önce Google, 15 yıl önce Facebook nasıl ortaya kondu ve millî güvenlik konusuna döndüyse, 5G’de de bu olacaktır. 5G, dünyada var olacaksa, 5G’de üretici ve önde olmak, her detayına hâkim olmak, bir millî güvenlik konusu hâline gelecektir. Çünkü 5G teknoloji olarak her zaman her yerde olan bir teknoloji olarak tasarlanmış, dolayısıyla bugünün kablolu ağlarını dahi içine alacak bir teknolojidir. Bu anlamda bakıldığında, kendi 5G altyapısına sahip olmamak, kendi otoyollarına sahip olmamak anlamına gelecektir.  

Bu anlamda üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir.

  • Dijital dönüşümün kamu ortaklı şirketler tarafından ele alınması, dünya çapında rekabetçi olabilecek sivil bir dijital sektör oluşunu engellemektedir. Yakın zamanlı bir örnek olarak, sektörde uzaktan görüntülü konuşma sağlayıcıları olarak bulunan Karel, Netaş ve diğer 6 firmaya ek olarak, Aselsan ve Havelsan bu alana giriş yapmıştır. Üst seviye teknoloji dahi diyemeyeceğimiz görüntülü konuşma alanında dahi bu şekilde bir durum oluşması, iç pazardan beslenecek rekabetçi sivil bilişim sektörünün gelişmesinin önündeki refleksi ifade etmektedir. Bu anlamda askerî alandan farklı olan bu dijital dönüşüm alanlarında, tam rekabetçi ve sivil bir sektör oluşumu için politikalar düzenlenmelidir.
  • Türkiye’nin oyun sektöründe ulaştığı başarı, bu sektörle ilişkili olan AR, VR, Hologram gibi dikeylerde de başarı getirebileceğinden hareketle, dikey sektör geliştirme politikalarında bu teknolojiler göz önüne alınmalıdır.
  • İnternet bağlantı genişliği ve kalite ihtiyaçlarının artması ile beraber Türkiye’de internet altyapısının geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. İnternet bundan önce daha çok tek yönlü yani internetten bize doğru gelen trafik için kullanılırken, artık bizden dışarı doğru giden, örneğin video trafiği için de kullanılmaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki xDSL hatlardaki asimetrik karakter nedeniyle var olan düşük yükleme (upload) hızlarının artırılması sağlanmalıdır.
  • Akıllı fabrikalar, nesnelerin interneti gibi, bir alanda internete bağlı yüksek cihaz sayısı beklentisi ile beraber yüksek veri transfer ihtiyaçları için 5G teknolojisi tasarlanmıştır. Bu teknoloji için, Amerika’nın ticaret savaşlarını bahane ederek Çin’e uyguladığı yavaşlatma da bu teknolojide önde olma yarışını ifade etmektedir. Bu nedenlerle 5G teknolojisinde 2018’de başlayan yerli ve millî yazılım ve donanım altyapısı geliştirme projeleri sonuca ulaştırılarak, Türkiye’nin yerli ve millî 5G altyapısına sahip olması sağlanmalıdır. İlgili lisans ihaleleri Türkiye’nin kendi sistemleri hazır olana dek yapılmamalıdır.
  • 5G teknolojileri ile ilgili bu teknolojinin zararları da olduğunu iddia eden çeşitli komplo teorileri oluşmuştur. Türkiye’deki 5G lisanslaması öncesinde, açılacak frekans bantlarına karar verilecektir. Türkiye şu ana kadar ki politikasında insan vücudunun özümseyeceği maksimum güç ölçüsü olan SAR seviyelerinde Avrupa ve Amerika’daki çok daha korumacı değerlere izin vermektedir. Türkiye’de uygulanacak 5G frekans bantları seçilirken, moleküler biyoloji, genetik, halk sağlığı gibi bilim dallarındaki çalışmaların o günkü geldiği nokta değerlendirilerek halk sağlığı için en uygun frekans bantları seçilmelidir.
  • Günümüzün frekans bantlarında işletmecilere komple alan ayrılması yerine, bantların ortak kullanılabildiği, farklı teknolojilerin de bantları ortak kullanabileceği frekans spektrumu yönetimi politikaları ile daha verimli frekans politikası geliştirilmelidir.
  • Kırsal alanlarda internet bağlantısı hâlen çok sorunludur. Geniş bant erişiminin kırsal alanlara da verilebilmesi için politikalar çalışılmalı, IEEE 802.22 (Sabit Kablosuz Erişim) gibi yenilikçi standartlara fırsat verilmelidir. Bu sayede internetin sağladığı gelişim kaldıracını kırsalda da kullanabilen vatandaşlar, şehirler yerine kırsalı tercih edebilmelidir.
  • İnternette var olan verinin artması ile beraber büyük veri çalışmaları ivme kazanacaktır. Büyük veri çok kıymetli politikalar oluşmasına imkân verecek bir nimettir. Günümüzün petrolü olarak ifade edilmektedir. Büyük veride başarılı olabilmek ise bu veri üzerinde çalışabilen ekiplerle olacaktır. Ancak her kurum kendi verisine büyük kıymet vererek kapalı tutmaktadır. Bir anonimleştirme ve kişi/kurum özel verilerinin ayıklanması sayesinde ve büyük veri üzerinde büyük veri ve yapay zekâ araştırmacılarının çalışabileceği bir mevzuat ve akademik taban oluşturulmalıdır.
  • Eğitim sisteminde, hem öğretici hem öğrencileri kapsayan dijital dönüşüm hızlandırılmalı, uzaktan ders, seminer ve sınavlar örgün eğitimin bir parçası hâline getirilmelidir. Bu sayede halkımızda internet kapsaması da artırılabilecek, olası gelecek salgınlar hâlinde de, tatbikatı devamlı yapıldığı şekilde uzaktan eğitime devam edilebilmelidir.
  • Dijital vatanın hukuku da kendine özeldir. Bu “dijital hukuk”, hâlihazırda 5651, 6698 sayılı Kanunlar gibi çeşitli kanunlar ile yerelde oluşmaya başlamışsa da, uluslararası hukuk tarafında alınan yol, gerekenin yanında neredeyse bir hiçtir. Bu anlamda dijital vatanın güçlenmesi ve korunması için yerel mevzuat ve uluslararası mevzuat çalışılmalıdır.
  • G20’de Güven İçinde Özgür Veri Akımı (DFFT) isimli bir öneri getirilmiştir. Verinin nerede tutulacağını ve internete nasıl muamele edileceğini ülke politikalarından bağımsız hale getirmeyi amaçlayan bu öneri, bir dijital IMF önerisi, devletin egemenliğini bu başlıkta askıya almaktadır. Bu öneri ülkemiz tarafından da sahiplenilmiş görünmektedir.[4] İçeride “verimiz yurt içinde kalsın” vizyonu ile hareket ederken, DFFT gibi bir yanda “güven vadeden”, öte yandan tüm veriyi “özgür akıma zorlayan” anlaşmalara taraf olma politikaları gözden geçirilmelidir.
  • Dijital vatan, “dijital münhasır ekonomik bölgeler” oluşturmak için de ülkelere büyük fırsatlar sunmaktadır. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının verilerinden para kazanan bir sosyal medya şirketinin kazandığı, esasen Türkiye’nin verisinden kazanılmış olup, ülkemiz de pay almalıdır. Bugün ise, son mevzuat çalışmalarıyla, sadece bu ülkelerin Türkiye’de kazandıklarından pay alınmakta, yurtdışında Türk verileri üzerinden kazandıklarından pay alınmamaktadır. Bu gündem uluslararası örgütler nezdinde dile getirilmeli, yerel olarak da politika ve mevzuatlar ile verinin saklı kıymetine ulaşılması sağlanmalıdır.

Acele Dijitalleşme ve Siber Güvenlik

Siber güvenliğin üzerine oturduğu üç temel ayak gizlilik, bütünlük ve erişilebilirliktir. Bilgi ve sistemler üçüncü kişilere karşı gizli olmalıdır. Bilgi ve sistemler değiştirilmeye karşı dayanıklı ve değiştirildiğinde anlaşılabilir olmalıdır. Tüm bunları sağlarken sistemlerin hâlen kullanıcılar tarafından erişilebilir olması gerekmektedir.  Diğer yandan, nasıl bir zincir en zayıf halkası kadar sağlam ise, sistemler de en ufak güvenlik açığı ile bu güvenlik üçlüsüne karşı zayıf kalabilirler. Dolayısıyla siber güvenliğin noktasal değil yüzeysel olduğunu söylemek mümkündür.

Korona döneminin dijitalleşmesini “acele” kelimesiyle özetleyebiliriz. Salgın sonrasında şirketlerin ve kamunun acilen evlere taşınması ile daha önce ofiste kullanılan sistemlerin hızlıca internete açılmasını getirmiştir. Bu süreç çok hızlı ve güvenlikten ziyade işlev odaklı şekilde gerçekleşmiştir. Örneğin, sadece Windows işletim sistemlerine uzak erişim sağlayan RDP protokolü için 1.5 milyon yeni sistemin evlerden ulaşabilmek için internetten erişime açıldığı belirtilmektedir.[5] Uzak erişim için doğrudan RDP erişimleri kullanmak yerine kullanılabilecek VPN teknolojileri önemli bir güvenlik aracıdır. Bu sayede kullanıcılar güvenlik özel ağlar sayesinde kendi sistemlerine erişebilmektedirler.

Diğer yandan saldırganlar tarafındaki saldırı yöntemlerinde de salgın sürecinin paniğini kullanmaya yönelik değişiklikler olmuştur. Örneğin Covid-19 test sonucunuzun geldiğini belirten, borsalardaki hareketlilikte tüyo hisse öneren, sıfır faizli kredi sunan ya da salgına karşı korunma yöntemleri vaat eden epostalar ile kullanıcıları aldatan ve eklerdeki zararlı yazılımları bulaştırmaya çalışan yöntemler yaygınlaşmıştır. Daha salgının başlangıç dönemlerinde Google’a göre koronavirüs konulu zararlı e-posta sayısı günlük 18 milyondur.[6]

Daha önce ikincil hedefler olan üniversiteler ve araştırma kuruluşları özellikle salgın araştırmaları üzerinde çalışıyorlarsa birincil hedefler hâline gelmektedir.[7]

Ülkelerde salgına karşı korunma ve takip amaçlı telefon uygulamaları yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu uygulamalar çevrenizdeki salgın kaynaklarını haber vermeyi vaat etmekte, bir yandan da sizin kişisel bilgilerinizin mahremiyet sınırlarını en uca kadar kullanmaktadır. Örneğin siz daha önce virüs aldığı bilinen başka bir kişiye bir mesafeden daha yakın ve bir süre bulunmuşsanız sizi uyarmaktadır. Bazı uygulamalar, salgın hastalığını geçirmiş kişilere yaklaştığınızdan sizi uyarabilmektedir. Bu sistemler olaydaki her iki taraf için de kişisel bilgi mahremiyeti sorunları getirmektedir.

Diğer yandan elbette devletler tarafından geliştirilen bu uygulamalar yanında, büyük çevrim içi şirketler de benzer uygulamalar geliştirmeye başlamıştır. Yakın bir zamanda Google ve Apple’ın birlikte benzer bir çalışma içerisinde bulunduğu görülmektedir. Devlet otoriteleri dışında gerçekleşen bu tip çalışmalar merkezî sağlık yönetimleri tarafından pek kabul görmemektedir.[8] Devlet güdümlü uygulamalar daha çok merkeziyetçi tasarımlara sahipken mahremiyet savunucuları dağıtık mimaride tasarlanmış uygulamaların kullanımını önermektedir. Google ve Apple ile beraber Almanya da dağıtık yapıyı tercih ederken, Fransa ve İngiltere merkeziyetçi yapıda diretmektedir.[9] Merkeziyetçi yapının önündeki engeller ise mobil işletim sistemlerinin tasarımlarındaki güvenlik korumalarıdır. Örneğin, Apple mobil işletim sistemi dışarı veri transfer eden uygulamalara arka planda bluetooth kullanma izni vermemektedir.[10]

Mobil uygulama marketlerinde de sahte koronavirüs ve salgın uygulamaları yer almaya başlamıştır. Kendilerine yeni bir maske bulan bu uygulamalar yüklendikleri telefon aracılığı ile kimlik, bilgi ve para hırsızlığı için kullanılmaktadır. Sadece uygulamalar değil internet sayfaları da on binlerce benzeri tuzakla dolmaktadır.

Sadece son kullanıcılar değil, devletler de hedeftedir. Salgın döneminde yoğun kamuoyu baskısı altında kalan devletler ve hükümetleri muhtelif karşı güçlerin saldırılarına karşı daha açık veya bunlardan daha çok etkilenebilir hale gelmiştir. Örnek olarak, bu salgın döneminde Azerbaycan ve Hindistan’ı hedefleyen bir uzak erişim truva atı keşfedilmiştir. Bu zararlı yazılım özellikle enerji altyapılarında saldırı altyapısı oluşturmayı hedeflemektedir.[11]

Fiziki iletişimin azaldığı dönemde elektronik haberleşme önem kazanmıştır. Avrupa Siber Güvenlik Ajansı (ENISA)’ya göre bir kritik altyapı olarak tanımlanan ancak enerji altyapılarının yanında şu ana kadar hak ettiği kritik bir altyapı muamelesi görmeyen Elektronik Haberleşme altyapılarının önemi ve kritikliği anlaşılmıştır.

Salgın karşısında ülkelerin vatandaş mahremiyetine verdikleri önem oldukça farklılık göstermektedir. Çin vatandaşları için sağlık kodu uygulaması başlatmıştır. Bu sistem ile belirlenmiş algoritmalara göre insanlar renk kodu almaktadır. Renk kodu ise girebilecekleri alanları belirlemektedir. Bu renk kodunun belirlenmesinde ise yaygın veri toplama yöntemleri kullanılmaktadır. Örneğin Alipay ve WeChat hesaplarının tarihçeleri incelenerek gittikleri yerler, salgın noktalarında bulunup bulunmadıkları gibi veriler kullanılmaktadır.[12]

Bunun yanında, uyguladığı yaygın yüz tanıma sistemlerine ateş ölçme nitelikleri kazandırılmasıyla beraber Çin’in yaygın yüz tanıma sistemlerinin oturduğu zayıf gerekçeler güçlenmiştir. Daha önce uygulanmayan, örneğin mobil aboneliklerde dahi yüz tanıma kaydı zorunluluğu getirilmesi de bu salgın döneminin paniğinde gerçekleşmiştir. Çin’e benzer şekilde Güney Kore de yaygın büyük veri analizi ile salgın riski belirlemeye çalışmaktadır. İsrail ise salgınla beraber Shin Bet’e tüm ülkedeki mobil konum verisine erişim yetkisini vermiştir.[13]

Bu anlamda üzerinde çalışılması gereken başlık önerilerinden birkaçı şu şekilde listelenebilecektir.

  • Salgın süreci yeterli güvenlik önlemleri alınmaksızın sistemlerin internete açılmasını getirmiştir. BTK USOM Siber Olaylara Müdahale Merkezi daha proaktif bir rol üstlenerek Türkiye’de hizmet veren IP adreslerini tarayarak, güvenlik açığı oluşturabilecek sistemlerle ilgili sistem sahiplerini haberdar etmelidir.
  • Her şeyin dijitalleşmesi diye bahsedebileceğimiz bu dönemde siber güvenlik kaçınılmaz olarak öne çıkacaktır. Bu anlamda yerli siber güvenlik sanayinin kayıtsız şartsız desteklenmesi için en etkili yöntem, yabancı ürün girişinin teknik, ticarî, gümrük bariyerleri ile yavaşlatılması olacaktır. Siber güvenlik alanında yerli ve millî üretimin önemine binaen bu alanda gümrük ve koruma politikaları kullanılmaya başlanmalıdır. Bununla beraber ihracata dayalı bir teşvik sistemi ile korumacı hâle gelmiş Türkiye pazarında üretilen ürünlerin yurtdışına da satılabildiğinden emin olunabilmelidir.
  • Türkiye’ye ithal edilecek her türlü siber güvenlik sisteminin yerel siber güvenlik test ve sertifikasyonuna tâbi tutulması sağlanmalıdır.
  • Zaten salgın nedeniyle yoğun kamuoyu baskısı altındaki hükümetler için, olası enerji ve su kesintilerinin oluşturacağı baskının dış güçlerce hedeflenebileceği unutulmamalıdır. Salgın, siber saldırılar için bir algı-odak şaşırtma (sisleme) yöntemi olarak kullanılabilecektir.
  • Artan VPN kullanımı, devletler açısından gözetleme (sürveyans) faaliyetlerinin engellenmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu anlamda, devlet kaynaklı gözetleme politikalarında günün doğal dijitalleşme gereksinimlerine göre değişim öngörülmelidir.
  • Türkiye’de sunulan cep telefonlarının üzerlerindeki ön tanımlı uygulamalardaki zorlamalar engellenmeli ve yerli üreticilerin kendi, internet, harita, disk ve benzeri uygulamalarını ön tanımlı sunabilme, Android ön tanımlı uygulamalarını sunmama hakkı kanunen sağlanmalıdır. Rekabete aykırı da olan bu durum karşısında yerli üreticilerin özgürlüğü, bir mevzuat olmadığı sürece gerçekçi şekilde sağlanamamaktadır.
  • Şirketler için geçmişte internet sayfası olması zorunluluğuna benzer şekilde minimum siber güvenlik önlemlerini bulutta ya da kendi yerlerinde alma zorunluluğu politikaları çalışılmalıdır.
  • 07.2019 tarihli “Bilgi ve İletişim Güvenliği Tedbirleri” Konulu Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’ndeki adımlar bir başlangıç olmakla beraber yetersizdir. Yeni mevzuat ile siber güvenliğin noktasal değil tüm yüzeyi kapsayan bir gayret gerektirdiği unutulmadan alandaki politikalar geliştirilmelidir.
  • Siber güvenlik alanındaki tehditlerin önemli çoğunluğu ağ katmanlarından uygulama katmanına kaymıştır. Bu kapsamda uygulama katmanında güvenlik sağlayabilen sistemlerin yerli ve milli geliştirilmesi için politikalar ve araçlar çalışılmalıdır.
  • Türkiye’deki mevzuat ile yerli malı belgesi alımı tasarım ve yazılımı göz ardı etmektedir. Örneğin, tüm tasarım ve yazılımı Çin’de yapılan bir ürün Türkiye’de monte edilerek yerli malı belgesi alabilmektedir. Bu kapsamda Çin’in amiral gemisi teknoloji markalarının ürünleri Türkiye’de yerli malı belgesi alabilmektedir. Yerli malı mevzuatında bu durumun düzeltilmesi için ilgili mevzuat yerli sanayiciler işbirliği ile yenilenmelidir.
  • Siber güvenlik alanındaki ürünlerin başarımları, korumacılık ile ters orantılıdır, yaygınlık ile doğru orantılıdır. Devlet ortaklı şirketler aracılığı ile siber güvenlik alanındaki yerli şirketlerle rekabete yol açan politikalar engellenmeli, bunun yerine açık standardizasyon kapsamında test edilen, sertifikalandırılan, serbest pazar içerisinde yarışarak yetkinlik geliştirecek üreticiler modeli tercih edilmelidir.
  • Türkiye’de kullanılan ana akım yazılımların (ofis, işletim sistemleri, siber güvenlik sistemleri) tüm veri güncellemelerini Türkiye’de konuşlanmış sunucular üzerinden yapmaları sağlanmalıdır.
  • Milli güvenliğe doğrudan etkileyen kurumlarda ürettikleri ürünleri kullanılan yabancı üreticilerin ve kanallarının destek personelleri ile yerli üreticilerin AR-GE dâhil tüm personelleri ile ilgili güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kanalları bu firmalara açılmalıdır.
  • SPK mevzuatına tabi şirketlerin siber güvenlik olgunluklarının garanti edilmesine yönelik mevzuat hazırlanarak ilgili mevzuata eklenmelidir.
  • Yerli ve millî arasındaki ayrım mevzuat ile yapılmalı ve Millî Ürün Belgelendirmesi oluşturulmalıdır.

Sonuç

Covid-19 sonrasında genel söylem “Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” şeklinde oluşmuştur. Bakıldığında salgın ve evde kalma sürecinin insan davranışlarında değişimlere yol açacağı açıktır. Salgın sonrasında beklenen teknoloji değişimleri ise daha önce olmayıp da birden ortaya çıkan olaylar olarak tanımlamak mümkün değildir. Aslında zaten devam eden bir dijitalleşme sürecinin içerisinde biraz hızlanma, biraz önceliklerin değişmesi söz konusu olmuştur.

Bu süreç aynı salgın öncesinde dijitalleşmenin akışındaki gibi, ülkeler için tehdit ve fırsatlar içermektedir. Tehditlerin ele alınması ve hatta birer fırsata çevrilmesi de, ancak bunlara farkındalık içerisinde yapılan politikalar ve bu politikaların sağlıklı icrası ile mümkün olabilecektir. Bu alanlardaki en kapsayıcı fırsat günümüzün ve geleceğin sektörü olarak belirtilen teknoloji sektörlerinin güçlendirilmesi olacaktır.


Notlar

[1] Patentability of Medical Methods in Europe | European IP Blog”, Finnegan | Leading Intellectual Property Law Firm, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.finnegan.com/en/insights/blogs/european-ip-blog/patentability-of-medical-methods-in-Europe.html. [Erişim: 13 Mayıs 2020].

[2] O. Yılmaz, “Dijital vatan, dijital sınırlar, dijital hukuk ve dijital münhasır ekonomik bölgeler”, Türkgün, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.turkgun.com/dijital-vatan-dijital-sinirlar-dijital-hukuk-ve-dijital-munhasir-makale-117109. [Erişim: 25 Mayıs 2020].

[3] O. Yılmaz, “Dijital vatan, dijital sınırlar, dijital hukuk ve dijital münhasır ekonomik bölgeler”, Türkgün, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.turkgun.com/dijital-vatan-dijital-sinirlar-dijital-hukuk-ve-dijital-munhasir-makale-117109. [Erişim: 25 Mayıs 2020].

[4] Bakan Varank’tan G20 ülkelerine önemli tavsiye,” Anadolu Ajansı, 08 Haziran 2019. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bakan-varanktan-g20-ulkelerine-onemli-tavsiye/1498882. [Erişim: 22 Mayıs 2020].

[5] L. Constantin, “Attacks against internet-exposed RDP servers surging during COVID-19 pandemic”, CSO Online, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.csoÇevrimiçi.com/article/3542895/attacks-against-internet-exposed-rdp-servers-surging-during-covid-19-pandemic.html. [Erişim: 26- May- 2020].

[6] S. Musil, “Google blocking 18M malicious coronavirus emails every day”, CNET, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.cnet.com/news/google-seeing-18m-malicious-coronavirus-emails-each-day/?ftag=CMG-01-10aaa1b. [Erişim: 26- May- 2020].

[7] “Hostile states trying to steal coronavirus research, says UK agency”, the Guardian, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.theguardian.com/world/2020/may/03/hostile-states-trying-to-steal-coronavirus-research-says-uk-agency. [Erişim: 26- May- 2020].

[8] “NHS rejects Apple-Google coronavirus app plan”, BBC News, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.bbc.com/news/technology-52441428. [Erişim: 26- May- 2020].

[9] C. Osborne, “Germany pivots from centralized coronavirus tracing app to privacy-protecting alternative | ZDNet”, ZDNet, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.zdnet.com/article/germany-pivots-from-centralized-coronavirus-tracing-app-to-privacy-protecting-alternative/. [Erişim: 26- May- 2020].

[10] “Bloomberg – Are you a robot?”, Bloomberg.com, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.bloomberg.com/news/articles/2020-04-20/france-says-apple-s-bluetooth-policy-is-blocking-virus-tracker. [Erişim: 26- May- 2020].

[11] C. Osborne, “PoetRAT Trojan targets energy sector using coronavirus lures | ZDNet”, ZDNet, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.zdnet.com/article/poetrat-trojan-targets-energy-sector-using-coronavirus-lures/. [Erişim: 26- May- 2020].

[12] L. Kuo, “‘The new normal’: China’s excessive coronavirus public monitoring could be here to stay”, the Guardian, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.theguardian.com/world/2020/mar/09/the-new-normal-chinas-excessive-coronavirus-public-monitoring-could-be-here-to-stay. [Erişim: 26- May- 2020].

[13] C. Cimpanu, “US, Israel, South Korea, and China look at intrusive surveillance solutions for tracking COVID-19 | ZDNet”, ZDNet, 2020. [Çevrimiçi]. Adres: https://www.zdnet.com/article/us-israel-south-korea-and-china-look-at-intrusive-surveillance-solutions-for-tracking-covid-19/. [Erişim: 26- May- 2020].

Dijital Kültür Oluşumunda Algı Yönetimi Etkisi ve Algı Yönetimine Karşı Koyma

Ong, Sözlü ve yazılı kültür adlı eserinde, yazı ve matbaa kavramlarının varlığını bile bilmeyen, iletişimin yalnız konuşma dilinden oluştuğu kültürleri, “birincil sözlü kültür” olarak nitelemişti. Telefon, radyo, televizyon ve diğer elektronik araçların “sözlü” nitelikleri ile haşır neşir olan kültürleri ise, “ikincil sözlü kültür” olarak tanımlamıştı. [1] Özellikle matbaa sonrasında, yazı, esasında kendisi de bir teknoloji olarak, kültürün gerek oluşturulduğu gerekse aktarıldığı bir ortam olmuş, yazılı kültürü oluşturmuştu. Sözlü kültürdeki aktarım da yazılı kültürle desteklenmişti.

Günümüzde ise özellikle internetin yaygınlaşması ile beraber hızlı ilerleme gösteren dijital kültür oluşumu devam etmektedir. İnternetin doğuşu dijital kültür için bir milat kabul edilmektedir. İnternetten önce doğup da bugün internet kullananlar için “dijital göçmen” tanımı kullanılırken, sonrasında doğanlar için ise “dijital yerliler” tanımı kullanılmaktadır. Bunlara “internete doğanlar” da diyebiliriz. Şu anda da görüyoruz ki, internet sonrası dönem ilerledikçe bir ırki kısıt olmadığından göçmenler de yerlileşmektedir.

Dijital kültürün bundan öncekilerden ayrışan bir yönü de kültürler arası etkileşimin hiç olmadığı kadar yüksek olmasıdır. Bu çağda bir kültürün diğerine aktarılması her an gerçekleşmektedir. [2] Dolayısıyla kültürel dönüşüm de, zamansal olarak internet hızında, coğrafi olarak ise ancak diller ve çevirilerle sınırlanabilen geniş bir coğrafyada cereyan etmektedir. Dünyada kullanılan dillerden özellikle İngilizce’nin yaygınlığının etkisi ile kültürel dönüşümün coğrafi sınırı belirsizleşmektedir.

Castells’in “Ağ Toplumu” kavramını da bu noktada hatırlamakta fayda vardır. Geçmiş dönemlerin endüstri toplumu, bilgi toplumu gibi kavramları yüksek etkileşimle beraber “ağ toplumu”na dönmektedir. Ağlar, toplumun sosyal morfolojisini etkiler hatta oluştururken, kültürün oluşma süreçlerini de değiştirmektedir. [3]

Dijital kültürde, kültürün yönlendirilmesi de bu anlamda hiç olmadığı kadar kolay olabilmektedir. Algı operasyonları ile alternatif kültürler oluşturulabilmekte, hatta sözlü kültürden gelen, yazılı ve sonra da dijital hale geçmiş kültür birikimleri dahi dönüştürülebilmektedir. Dijital ortamda, farklı dil konuşan kültür bölgelerinde aynı konuda zıt bilgilerin olduğu durumlar da çoğalmaktadır. Örneğin; Türkler açısından Batıya akın dünyaya düzen vermek adına bir cihan hâkimiyeti mefkûresi adımı iken, batılılar için Türkler, bütün doğulu halklar için de kullanılan bir genellemenin de etkisiyle, barbar olarak nitelendirilebilmektedir. Sözlü kültür dönemlerinin makro diyebileceğimiz bu örnek zıtlığı, dijital kültür içerisinde daha sınırlı ve küçük olaylar için dahi olabilmektedir. Yine örnek vermek gerekirse, Türkiye açısından DEAŞ, karşı çıkılıp yok edilmeye çalışılan bir terör örgütü iken, dijital medyaların farklı dil ve coğrafi bölgelerinde ise bu örgüt ismen İŞİD’e dönüşmekte, Türkiye ise bu terör örgütünü destekliyor olarak lanse edilebilmektedir.

Zıtlık, sadece farklı dil ve coğrafi bölgelerde değil, Türkiye içinde Türkçe konuşan insanlar arasında da olabilmektedir. Bir kısım, siyasi nefret temeliyle kendi devletlerini teröre destek veren devlet olarak pazarlayabilmektedir. Binlerce yıllık sözlü kültürde Kürşad’ın ne 39 ne 41, tam 40 çeriyle Çin sarayını bastığını bilebilirken, birkaç on yıllık dijital kültürde dünyanın tamamı düşünüldüğünde böyle bir kesinlik oluşturulamamaktadır.

İşte bu amorfluk ve amorfluğa zemin hazırlayan dijital kültür ortamlarından sosyal medya mecraları algı operasyonları için sıkça kullanılmaktadır.

Chomsky, demokrasinin propagandayı geçmişin totaliter rejimlerinin sopasına benzer şekilde kullandığından bahseder. [4] Bu anlamda bugünün demokrasi simgesi ülkelerin gizli totaliterliklerinin sopası propagandadır. Algı yönetimi de, dış izleyicilerin duygularını, güdülerini ve amaçlarını etkilemek amacıyla seçilmiş bilgileri yayma faaliyeti olarak tanımlanmaktadır. [5] Algı yönetimi, ABD menşeli bir kavram olarak, Amerikan siyasi kararlarının ülkede ve tüm dünyada benimsenmesi amacıyla kullanılan bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. [6]

-0-

Yakın zamanlı bir olay olarak, İngilizce sosyal medya içeriklerinde, Barış Pınarı harekâtında Türkiye’nin işgalci (invader) olduğu, bu harekâtın Kürtlerin tamamını hedef aldığı, sivil kayıplara dikkat edilmediği, çocukların fosfor bombaları ile Türk ordusu tarafından öldürüldüğü sunulmaktadır. PKK sanki AB ve ABD tarafından resmi olarak tanınan bir terör örgütü değilmişçesine, bu örgütün yöneticilerinden Ferhat Abdi Şahin, bu sefer “Mazlum” Kobani olarak isimlendirilebilmektedir. Sosyal mecralarda bu teröristler anında muteberleştirilmekte, Twitter ve benzeri sosyal medyalarda bir günde onaylı hesap haline gelebilmektedir. Terörü öven, yalan haber kullanmaktan çekinmeyen, İngilizce ve Türkçe yayın yapan hesaplara karşı yapılan şikâyetler sonuçsuz kalmaktadır. Sosyal medyada bu hesaplara karşı yapılan Türkiye’yi kollayıcı yorumlar da, organize oldukları her hallerinden belli olan Kürt görünümlü hesaplar tarafından ağır küfürlerle karşılaşmaktadır.

Tersi yönden örnekler de mevcuttur. Türk milletinin haklarını savunan, siyasi ve tarihi gerçekleri video içeriklerle hatırlatan BozkurtCaps, Barış Pınarı harekâtından İngilizce haberler sunan ve yalan haberleri ifşa eden TRT World, harekatı destekleyen siyasi partilerin hesaplarından bazıları, ya sınırlandırılmakta ya da tamamen kapatılmaktadır. Birer “dijital sermaye” olan bu hesaplara tabiri caizse sosyal medya mecraları tarafından çökülmektedir.

Sosyal medya şirketlerinin bağlı bulundukları ülkelerin istihbarat servisleri ya da dış işleri ile işbirliği halinde bu algı operasyonunda yer aldığını düşünmek işten bile değildir. Üstelik bu davranışın bu şirketler açısından kendi tabi oldukları ülkelerinde bir vatandaşlık ya da biraz daha hafif bir tabirle vatanseverlik görevi olduğu, bu anlamda kendi içlerinde tutarlı oldukları da yorumlanabilir.

-0-

Elektronik iletişimin artması ile ortaya atılan “Global Köy” tanımlanırken McLuhan pozitif anlamda karşılıklı dayanışmanın dünyayı global köy olarak yeniden yarattığından bahsetmekteydi. Görülen o ki, bu köyde de ciddi kavgalar hüküm sürmektedir. Gerçek ile algı, gerçek ile algılanan gerçek ve algı ile de algılanan gerçek arasındaki çatışma da bu kavganın odunudur.

Sonuç olarak görülmektedir ki; Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin ve biz Türklerin itibarlarının zedelenmesi amacıyla yapılan, politik kararların, askeri operasyonların, askeri operasyon uygulamalarının sorgulandığı algı operasyonlarının aslında birer propaganda, psikolojik savaş, kamu diplomasisi ve bilgi savaşı aracı olarak kullanılabildiğini söylemek mümkündür.

Bunlara bugün mukabele edilmemesi de gelecekte daha büyük dert olacak aleyhte dijital kültür oluşumunu getirecektir. Yüz yıldır başımızdan uzaklaşmayan sözde Ermeni soykırımı iddiaları hatırlanmalıdır.

Peki, bu noktada “yerli ve milli sosyal medyalar çözüm müdür?” dersek, cevap hayır olmalıdır. Yerli sosyal medya yeterli olgunluğa gelmiş olsa bile, kısa-orta vadede ancak yerel dijital kültür oluşumunda bir etki oluşturacaktır. Hâlbuki bugün milyarlara hitap eden sosyal mecralar vardır. Bu mecraları yok saymak, külliyen engellemek gibi çözümler bu mecraların kazançlarını biraz azaltır, canlarını biraz yakar, ancak buralardaki tüm aleyhte algı operasyonları devam eder. Sınırlarımızın ve dilimizin ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkler ile ilgili bir alternatif tarih yazılır ve bu dijital kültüre kazınır. Hatta buna sınırlarımız içinde de inananlar ve etki oluşturabilir. Algı operasyonları ile yapılan dijital kültür manipülasyonuna karşı olarak yapılacak 3 ana eylem vardır.

– İlki koordine edilmiş sosyal medya kamu diplomasisi, propaganda/anti-propaganda çalışmalarıdır. Kamu diplomasisinden sorumlu kurumlar her algı operasyonunun altını boşa düşürecek verileri sağlar, bunları devlet ciddiyetine yakışan şekilde oluşturur ve yayar. Gönüllü ama organize olmuş sivil toplum örgütlenmeleri, Türkçe ve İngilizce kullanabilen, dijital göçmen ve dijital yerli vatandaşlarımızın kullanacağı içerikleri hazır edebilir ve ilk paylaşımları yapabilir. Bu takımların yedekli ve güçlü hesaplara sahip olması önemlidir. Bu noktada gayri nizami usullerle karşılık verme gerekir.

– Diğer eylem alanı ise birer şirket olan bu mecraların Türkiye Cumhuriyeti’ne hukuki muhataplıklarının güçlendirilmesi, savcılık ve mahkemelerin sorularına net ve hızlı cevap vermelerinin sağlanmasıdır. Bu amaçla, erişimin engellenmesi yöntemleri ve Türkiye’de oldukça yüksek miktarlarda para kazanıp bu milyonlarca doları yurtdışına gönderen yabancı dijital şirketlere uygulanacak vergi/ceza yöntemleri ile sosyal medya mecralarının hem gözlenmesi ve hem de suça karşı işbirliğine sevk edilmeleri sağlanabilecektir.

– Bir diğer eylem ise yerli sosyal mecraların oluşturulması ve yaygınlaştırılması olacaktır. Bu mecralar özellikle yerli algı operasyonlarının önüne geçecek alanlar olacaktır.

Aydınlar ve eli kalem tutanlar için dijital mecralar yalnızca birer vitrin olarak görülmemelidir. Bunlar vitrin olmasının çok ötesinde, birer mücadele mekânı, birer kültür oluşum ortamları olarak görülmeli ve buna göre muamele edilmelidir.

[1] Ong, Walter J. (2014). Sözlü ve Yazılı Kültür

[2] Altay, Derya (2005). Küresel Köyün Medyatik Mimarı Marshall McLuhan

[3] Castells, Manuel (2009). The Rise of the Network Society

[4] Chomsky, Noam (1995). Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi.

[5] Erol, S. M., ve Ozan, E. (2014). Türk Dış Politikasında Algı Yönetimi.

[6] Saydam, Ali (2007). İletişimin Akıl ve Gönül Penceresi Algılama Yönetimi.

Hızlandırılmış Kültürel Erozyon ve İnternet TV

İlk olarak Kurlu Sesleniş dergisi Eylül 2019 sayısında yayınlanmıştır.

Oğuz Yılmaz
[email protected]
Twitter: @oguzyilmazvatan  –  @oguzyilmaz79

Bir süredir internet tabanlı televizyonların (Netflix, Puhu, Blu gibi platformlar) içerikleri ile ilgili eleştiriler artarak devam ediyordu. Bunlar da yersiz eleştiriler değildi. Özellikle yurtdışı kaynaklı olan platformlarda, çocuklarda ve hatta büyüklerde oldukça olumsuz etki bırakacak unsurlar da yer alıyor.

Örneğin, çizgi filmlerde kız çocukları öpüştürülüyor. Dizilerde çok yüksek oranlarda lezbiyen ve gey karakterler oynatılıyor. Üstelik bu eşcinsellik sanki bir eşcinsellik kotası varmışçasına hiç ilgisiz dizilerde, ilgisiz anlarda ve hatta birçok izleyici rahatsız eder şekilde pompalanıyor. Öyle ki bu nedenle tüm dünyada aboneliklerini iptal eden birçok seyirci şikâyetlerini internette de paylaşıyorlar. Bu dizilerdeki eşcinsellik unsurları ile yıllar geçiren bir seyircinin zaman içinde eşcinselliği normal olarak algılaması da beklenebilir. Netflix bir “eşcinsellik dayatması” aracı olmuştur.

Bu platformlar yalnız Türkiye içinde değil, birçok ülkede büyük eleştirilerle karşılaşıyor. Kitleler Netflix’in neden bu yolla ilerlediğini anlamak için kafa yoruyor. Bir kısmı ekonomik sıkıntıları olduğu için marjinal seyirciyi kendine bağlamayı hedeflediğini söylerken, bir kısmı tek dünya devleti gayesinde olan güçlerin, yozlaştırma, dinsizleştirme, entegre etme amacına yönelik bir platformu olduğunu belirtiyor.

Tek konu bu da değil. Bunun yanında, yine bu platformlarda yayınlanan dizilerde toplumlar aleyhine bir furya da var. 11 Eylül’den sonra sıklıkla gördüğümüz İslam karşıtlığını körükleyen film ve diziler bu platforma özel yapılan yapımlarda da bolca var. Bunlar arasında Araplardan Türklere doğru da örneklemeler de yavaş yavaş görülüyor.

Diğer yandan Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde uğraştığı konulardan birisi olan Ermeni iddiaları da, bir senaristin ve belki de yapımcının isteği ile dizilerde yer bulabiliyor. Örneğin uzayda yaşam arayışının konu edildiği bir dizide uzay gemisindeki 10 gemilik mürettebattan birisi (eşcinsel olanı) yüz yıl önce Ermeni atalarının neler çektiğinden bahsedebiliyor.

Netflix ve benzeri global platformlar tek bir ülke ya da kültürü değil, birçok ülke ve kültürü hedefliyorlar. Alman çizer Max Guther’in NYTimes için çizdiği görsel aslında bu platformların nasıl “ortaya karışık” ve nasıl bir “nüfuz aracı” olduğunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.

Neden Talep Görüyor?

İnkâr edemeyiz ki bu platformlar arz edildiklerinde talep görüyorlar. 1980-1996 arası doğan Y kuşağı (milenyum) ve 1997 sonrası doğan Z kuşağı (dijital yerliler) bu platformların en yoğun kullanıcıları. Türkiye’de de nüfusun büyük kısmını oluşturan, bugün 40 yaş altı olan bu kuşaklar, interneti öğrendi, hatta bir kısmı internete doğdu. İnternetten arkadaşlar edindi, itirazlarını dile getirdi, kendini ifade etti. Gittikçe de internet ve sosyal medya ana yaşam ortamı haline geldi. Bugün ise olağan medya yerine artık internet medyası bu kuşakların öncelikli tercihi. Nedenleri içerisinde elbette bu kuşağın özellikleri de var.

Ancak, bilinen medyadaki tekdüzeliği göz ardı edemeyiz. Ülkemizde 180 dakika süren televizyon dizilerinde birbirine dakikalarca bakışan insanlara bu kuşak nasıl dayanabilir? Sıradanlık, hikâyesi ile niteliksizlik (zengin oğlan fakir kız gibi), yapım sermayesi zayıflığı gibi Türk sineması ve televizyonuna yapılan diğer eleştirileri de göz ardı edemeyiz. Ayrıca, millet ve milliyetten uzak, fikirsizliğin etkisi altındaki bir zümre tarafından yönetilen ve yönlendirilen medya ve sinema sektörü bu kuşağı yakalayamıyor, yakalayabildiğinde de faydadan çok zarar veriyor.

Bununla beraber, öğrenmeye açık olan bu kuşaklar yalnız çevresi ile değil tüm dünya ile ilgileniyor. Tüm dünyada olan hikâyeleri, yaşamları, maceraları, düşünceleri tanımak istiyor. Bu nesle Aşk-ı Memnu ya da Arka Sokaklar yetemiyor. Bu kuşağı tekraren gösterilen 2000’lerin belgeselleri doyurmuyor.

Bu kuşaklar televizyonda tartışma programları izlemek yerine internette açılan etiketler üzerinde görüşlerini ifade etmeyi, tartışmayı, saldırmayı, savunmayı, bunları yaparken kendine bir kimlik oluşturmayı tercih ediyor. Bir salonda konferans dinlerken dahi konferansa odaklanmak yerine, onu dinlerken, düşünüyor ve internet paylaşımları yazarak konferansı ayrı bir dünyada yaşıyor.

İşte konvansiyonel medyanın yakalayamadığı bu kuşaklar internet sosyal medyası ve tv’leri tarafından yapılan arza cevap verdiler. Göz ardı edilemeyen bu gerçek sonucu ergenliği geçirmekte olan, kendini tanımakta olan, hayatını kurmakta olan, hedeflerini belirlemekte olan bu kuşaklar, küresel bir nüfuz alanında nüfuz ediliyorlar.

Nasıl?

Türk milleti asla doğrudan saldırı ile yok edilemeyecektir. Ancak, “millet” ve onun temeli olan tarih ve kültür, yani “dil”, “ahlak”, “din”, “hukuk”, “estetik”, “düşünce”; ve toplumsal yaşamı düzenleyen değerler, yani “inanç”, “değerler”, “örf ve adetler”, “yasalar”, çürümeye maruz bırakılırsa bu çözülme Türk Milleti’ne tehlike potansiyelinde olur.

Türk milletinin ilelebet yükselerek sürmesini hedefleyen Türk Milliyetçiliği bu alanlarda da çalışmayı gerektiriyor. Geleceğimiz çocukların ve gençlerin ellerinde yükselecek. Bu noktada çocuklarımızın bu platformlardan uzak tutulması, gençlerin bilinçli şekilde kullanmalarının sağlanması, bu platformda yaşlarının ötesinde içeriklere maruz kalmalarının engellenmesi, anne babalık görevi olduğu kadar her milliyetçi için bir vazifedir. Türk milliyetçilerinin, çarpan etkisi olan medya ve sinema alanında da yoğun şekilde bulunması ve Türk kültürünü gözeten anlayışı yerleştirmek için birbirine destek olması büyük önem arz etmektedir. Nihai çözüm Türk kültürünü gözetirken tüketicinin beklentisine de cevap verebilecek yeni Türk medya ve sinemasında olacaktır. Siyaset ve politika da, toplu etki sağlayacak araçları ile bu hızlandırılmış erozyonu engellemelidir. Bu yapılırken, neredeyse kendilerini internet dışında ifade edemeyen bu kuşaklar için tamamen engelleyici yaklaşımların tepki çekeceği düşünülmeli ve uygunlaştırıcı yöntemler uygulanmalıdır.

Meydan

Yer yüzünde kalsan da tek

Eğme boyun, öpme etek!

Çin seddinden,

Nemçe’ye dek

Yeni baştan sar meydanı.

Bak neler var dünlerinde

Acı, tatlı günlerinde…

Dumlupınar önlerinde

Mehmetçik’ten sor meydanı.

 

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

Hajime IoT Zararlısı

Geçen yılın ikinci yarısında DYN DDoS saldırısı ile gündeme gelen Mirai zararlısı, yönlendirici, modem, kamera, dvr, nvr gibi bugün IoT genellemesi altında nitelenen cihazları kendi botnetine dahil ediyordu. Bu cihazlardaki baz işletim sistemi olan Linux’un çok eski ve zayıf sürümlerinin getirdiği güvenlik açıkları ve/veya bu cihazların üreticiden geldiği şekilde bırakılmış kullanıcı ismi-şifrelerini kullanan Mirai (Japoncada “Gelecek”) ile 22 Eylül 2016’de Brian Krebs’in bloguna 620 Gbps [1] ve 21 Ekim 2016’da da DYN’ye karşı 1.2 Tbps[2]  boyutuna ulaşan saldırılar yapıldı. Mirai kodu ise kendini Anna Senpai ismiyle tanıtan birisi tarafından hackforums’da 30 Eylül 2016’da yayınlandı. Detayları incelendiğinde ise  Mirai’ın DDoS yetenekleri net bir şekilde görünmekteydi. [3]

Kodun yayınlanması sonrasında bir başka zararlı görünmeye başladı. Rapidity SRG’nin 16 Ekim 2016 tarihli çalışmasında[4] net bir şekilde daha yenilikçi diyebileceğimiz bir zararlı örneği anlatılıyor. Bu zararlı Mirai’ın yayılım yöntemi gibi IoT aygıtlarındaki telnet portları aracılığı ile yayılıyordu. Ancak bulaşmasından sonraki ikinci aşama (stage2) dosyalarını bulmak için Bittorrent DHT ve indirmek içinde Bittorrent uTP kullanıyor. Hajime (Japoncada “başlangıç”) ismi verilen zararlı, bu sayede ikincil aşama kodu kolaylıkla dağıtık şekilde sunulabiliyor. Ayrıca bu kadar esnek bir ikincil aşama kodu sunumuyla beraber de aslında bu yeni zararlı sonraki amaçlar için jenerik bir platform haline geliyor. Örneğin ele geçirilen botlar custom ikincil aşamalar yüklenebilir şekilde kiralanabilir oluyor. Bu çok önemli bir gelişme.

Aynı araştırmacılardan Ioannis Profetis ise yakın zamanlı blog yazısında[5] Hajime’nin güncel sürümünde bazı değişikliklerden bahsediyor. Yüklemeler için wget’e geçiş, ve zararlının bulaştıktan sonra bulaştığı sistemdeki telnet başta olmak üzere bazı portlara erişimi engellediği gibi değişikliklerle beraber Hajime’nin aslında bulaştığı sistemi başka zararlıların bulaşmaması için koruduğu şeklinde yorumlar yer almaya başladı. Hatta sistemleri koruyan bir yaızlım olduğu, bunu yazanların da gri şapkalılar oldukları ile ilgili haberler çıkmaya başladı. [6]

Hajime ile ilgili ben hiç de bu görüşte değilim onu belirtelim. İlgili portları kapatıyor olması Hajime’nin amacının bu olduğu anlamına gelebileceği gibi, kendisinin olduğu mekana başkasını kabul etmek istememesi yani mülkiyet de ifade eder. Ayrıca ikincil aşama dosyanın kolayca değiştirilebiliyor olması da gelecekte bu botnet’in DDoS ve benzeri saldırılar için kullanılabilmesi için de platformu hazırlıyor. Hatta ilk tasarımda Bittorrent altyapısı kullanılması da bu amacı işaret ediyor bence.

Bu saldırıları engellemek için saldırma yaklaşımında Hajime tek değil. Yakın zamanda ortaya çıkarılan brickerbot zararlısı ise IoT aygıtlarının “ele geçirilmemesi için”, onları çalışmaz hale getiriyor. Nasıl çalışmaz hale getirdiği ile ilgili “acımasız” komut satırlarına bakmak isteyebilirsiniz. [7]

Bu arada ilk araştırmada konan ismin güncel sürümde Hajime’yi yazan kişilerce kabul görmesi ve güncel sürümlerde kendilerini bu şekilde ifade etmeleri de gayet ilginç olmuş.

Son kullanıcı olarak okuyorsanız, siz siz olun modem, kamera, dvr gibi cihazların şifrelerini ön tanımlı da bırakmayın. Telnet ve gerekmiyorsa ssh erişimlerini kapatın.

Teknik araştırmacı iseniz aşağıdaki linkler ilginizi çekecektir. Bunlarla beraber Brian Krebs’in Mirai’ı yazan kişinin izini nasıl sürdüğü ile ilgili yazı da ilginizi çekebilir 🙂 [8]

  1. https://krebsonsecurity.com/2016/09/krebsonsecurity-hit-with-record-ddos/
  2. http://dyn.com/blog/dyn-statement-on-10212016-ddos-attack/
  3. https://www.incapsula.com/blog/malware-analysis-mirai-ddos-botnet.html
  4. https://security.rapiditynetworks.com/publications/2016-10-16/hajime.pdf
  5. https://x86.re/blog/hajime-a-follow-up/
  6. https://arstechnica.com/security/2017/04/vigilante-botnet-infects-iot-devices-before-blackhats-can-hijack-them/?comments=1
  7. https://www.bleepingcomputer.com/news/security/new-malware-intentionally-bricks-iot-devices/
  8. https://krebsonsecurity.com/2017/01/who-is-anna-senpai-the-mirai-worm-author/

16 Nisan

16 Nisan 2017

1 Yıl

Babam Bahri Yılmaz’ı (http://www.bahriyilmaz.gen.tr) ebediyete uğurlamamızın ardından tam bir yıl geçti. 16 Nisan 2016’da akşam vakti gelen bir telefonla Kazan (bugün Kahramankazan) Devlet Hastanesi’ne gidişimiz ve babamızı son kez görüşümüz.  Bunun ardından Ordu’da cenaze merasimi ve onu dağların kucağına koyuşumuz, babamın yüzlerce seveni ile telefonla ya da yüz yüze tanışmam ve hepsi de imrenilecek onlarca sıfatla anıldığını duymak. Allah mekanını cennet eylesin.


Çok zor geçen aylardan sonra baharı hissedemeden Temmuz’a geldik. 15 Temmuz’da ise hayal edemeyeceğimiz bir barbarlıkla halka silah doğrultabilen ve onları şehit edebilen insanların yaptığı bir darbe girişimi ile hayretler içerisinde kaldım. Devletin sezgisi ve dirayetiyle FETÖ darbe girişimi neyse ki engellendi ve sonraki günlerde hayat hızlıca normale dönmeye başladı. Ülkemizin bu nevi bir durumda bir daha kalmamasını diliyorum.

Bugün yine bir 16 Nisan. Ülkemiz için önemli bir gün. Referandum. Bugün millet kararını veriyor ve akşam neticesini öğreneceğiz. Şuna inanıyorum ki, millet neyi nasıl isterse o şekilde olsun. Temennim ve inancım o dur ki; Tarih boyunca yüzlerce değişim geçiren Büyük Türk Milleti gittikçe daha da büyüyerek düzende yerini güçlendirir. Umarım olabildiğince uzun süre dinç kalır ve buna katkı veririm.

İşte bu yazıyla beraber babamı kaybetmemin ardından 1 yıl ara verdiğim internet paylaşımlarıma yavaş yavaş tekrar başlıyorum.

İyi günler,

 

Fokirtor Linux malware

Hello,

It is not good to hear such smarter malware backdoor in Linux.
http://www.theregister.co.uk/2013/11/15/stealthy_linux_backdoor/
http://www.symantec.com/connect/blogs/linux-back-door-uses-covert-communication-protocol

The guys in kumina has prepared a checker script.
https://github.com/kumina/nagios-plugins-kumina/blob/master/check_fokirtor.sh

However this will not work for older gdb. I have modified it for working with older gdb’s, below:
check_fokirtor.sh.zip


#!/bin/sh
#
# A simple check to see if running ssh processes contain any string that have
# been designated an indication of Fokirtor by Symantec.
#
# More info here:
# http://www.symantec.com/connect/blogs/linux-back-door-uses-covert-communication-protocol
#
# (c) 2013, Kumina bv, [email protected]
#
# You are free to use, modify and distribute this check in any way you see
# fit. Just don't say you wrote it.
#
# This check is created for Debian Squeeze/Wheezy, no idea if it'll work in
# other distros. You'll need gdb-minimal (for gcore) installed.
#
# modified for older gdb by Oguz Yilmaz

# We need to be root
if [ `/usr/bin/id -u` -ne 0 ]; then
echo “You need root for this script. Sorry.”
exit 1
fi

FILE1=”set pagination off\\n\
set height 0\\n\
set width 0″

FILE2=”detach\\n\
quit”

if [ ! -f /tmp/check_fokirtor.gdb ]; then
echo -e “$FILE1” > /tmp/check_fokirtor.gdb
fi
if [ ! -f /tmp/check_fokirtor.gdb2 ]; then
echo -e “$FILE2” > /tmp/check_fokirtor.gdb2
fi

# For all pids of the ssh process, do the check
for pid in `pidof sshd`; do
t=$(/bin/mktemp)
echo “gcore $t” > /tmp/check_fokirtor.tmp1

/usr/bin/gdb –nx –pid $pid \
-x /tmp/check_fokirtor.gdb \
-x /tmp/check_fokirtor.tmp1 \
-x /tmp/check_fokirtor.gdb2 > /dev/null 2>/dev/null
#/usr/bin/gdb # -ex “set pagination off” -ex “set height 0 ” -ex “set width 0” \
# -ex “attach $pid” -ex “gcore $t” -ex detach -ex quit

i=0
for str in hbt= key= dhost= sp= sk= dip=; do
/usr/bin/strings $t | /bin/grep “${str}[[:digit:]]”
if [ $? -eq 0 ]; then
i=$(($i + 1))
fi
done
/bin/rm $t
/bin/rm /tmp/check_fokirtor.tmp1
if [ $i -eq 6 ]; then
echo “CRITICAL: Fokirtor strings found in sshd process ${pid}!”
exit 2
fi
done

echo “OK: No indication of Fokirtor found.”
exit 0

nagios ile dns bütünlük kontrolü

Son zamanlarda gerçekleşen dns ele geçirme(dns hijaking) işlemleri karşısında dns bütünlüğünün düzenli kontrolünün de önemi belirginleşti. Zira ne kadar hızlı mdahale edilirse o kadar az dns sunucu ve istemci yanlış IP adresinizi belleğine almış olur.

Bu amaçla kullanmak üzere bir servis ararken “ne gerek var, bizim nagios’ta bu işi yaoabilir miyim acaba” diyerek durdum. İncelediğimde nagios ‘un check_dns eklentisi tam bu iş için uygun. Ancak ön tanımlı hali, kontrol ettiğiniz sunucuyu bir dns sunucu olarak varsayıp bunun dns çözüp çözmediğini kontrol etmek için hazırlanmış. Ama basitçe check_dns’i kullanan yeni bir servis tanımlamak mümkün.

check command name: check_dns_integrity
default service name:
check command line: $USER1$/check_dns -H $HOSTALIAS$ -a $ARG1$ -a $ARG2$
command description: ARG1=...,ARG2=...,ARG3=...
default command params: !
amount of params: 2

global/checkcommands.cfg:
define command {
command_name check_dns_integrity
command_line $USER1$/check_dns -H $HOSTALIAS$ -a $ARG1$ -a $ARG2$
}

Bunu kullanan bir servis oluşturuyoruz:

Default_collector/extended_service_info.cfg:
define serviceextinfo {
host_name www
service_description www-check_dns_integrity
}

Default_collector/services.cfg:
define service {
service_description www-check_dns_integrity
check_command check_dns_integrity!141.101.125.239,141.101.126.239!141.101.126.239,141.101.125.239
host_name www
check_period 24x7
event_handler_enabled 0
max_check_attempts 3
check_interval 5
retry_interval 1
active_checks_enabled 1
passive_checks_enabled 1
notifications_enabled 1
check_freshness 0
freshness_threshold 86400
use Default_monitor_server
contact_groups admins
}

check_command parametresi olarak DNS’in çözmesi gereken IP adreslerini yazmalısınız. Ayrıntısı için nagios check_dns man sayfasına bakabilirsiniz.

Tanımladığınız host’un alias değişkenin kontrol etmek istediğini FQDN olarak tanımlandığından emin olun.

define host {
host_name www
alias www.labristeknoloji.com
...
}

Bu şekilde rutin kontroller arasında dns bütünlük kontrolü de gayet kolayca hallolmuş oluyor.

BTHaber Ekim 2010 röportajım

Bthaber röportajımızın tam metni:

– Sizleri daha yakından tanımak adına kısaca Labris Teknoloji’den bahsedebilir misiniz?

Labris, fikri temelleri olgunlaştıktan sonra, 2001 yılında tüzel kişilik kazanmış uzun soluklu bir Ar-Ge projesidir. Bilişim güvenliği yelpazesinde, yerli ürün üreten en eski firmayız. Temel amacımız, yerli kaynaklarla bilişim güvenliği alanında kritik bilgi birikimini edinerek, uluslar arası diğer rakiplerimizle boy ölçüşebilecek ürünler geliştirmektir. 2003’ den bu yana Tübitak, TTGV ve ODTÜ Teknokent desteklerini de yanımıza alarak Ar-Ge temelli ürün geliştirme bakışımızdan hiç sapmadan devamlı gelişim gösterdik. Türkiye’de 1000’in üzerinde kurumsal müşteride ve çevre yedi ülkede ürünlerimiz çalışmaktadır. Bu noktada milyonlarca dolarlık ithalatı engellemiş, ihracata başlamış durumdayız. Bunlardan daha da önemlisi ilk olarak Türkiye’de bu kapsamda bir bilgi birikimini oluşturmuş olmamızdır. Belki biraz sessiz ilerliyoruz, ancak sağlam ve birikimli olarak geliyoruz.

– Türkiye’de e-devlet güvenliğine en yakın noktada, spesifik deneyimleri içeren bir konumdasınız. Bu noktadan bakınca, “e-devlet güvenliğinde yeterli bir noktadayız” diyebilir misiniz?

Öncelikle e-devlet dediğimizde, bizim algılamamız yalnızca ülkemiz vatandaşlarına açık uygulamalar değildir. Devletin iş süreçlerinden, sayısal ortamda ayağı olan tüm kısımlarını da bu kapsam dahil etmek gereklidir.

Görüyoruz ki son 10 yılda oldukça fazla yol kaydedildi. Hem devlette iş aracı olarak bilgisayarın kullanılması, hem de süreçlerin sayısal ortamda yürütülmeye başlanması açısından 2000-2010 dönemi oldukça önemlidir.

Sadece güvenlik gereksinimi değil kavramların tamamı da yeni, artık online ortamda hizmet veriliyor ve güvenlik kaçınılmaz.

Ağ güvenliği alanında çok önemli aşama kaydedildiğini belirtmek gerekli ama minimum gereklilikler noktasına hala erişebilmiş değiliz. Bu minimum noktanın da sabit olmayacağını devamlı ileri kayacağını da eklemek lazım. Bilişim güvenliği, bilişim bilimi içerisinde en aktif alandır, bu nedenle orta-uzun vadeli planların, ileri görüşlü hazırlanması gereklidir.

Hızlı gelişmede, önemli bir payımız olduğunu belirtmekten çekinmiyorum. Kurumlarımızla birlikte atacağımız birkaç önemli adım daha var. Hizmet ve yazılım güvenliği alanında ise yapacak çok iş olduğunu söyleyebilirim.

– E-devlet uygulamaları çerçevesinde, yüksek seviyede kurumsal bilgi güvenliği nasıl garanti edilebilir? Ve “yüksek seviye güvenlik”i nasıl tanımlayabiliriz?

Keşke bir cümlede tanımlayabilsek değil mi? Ancak şunu diyebiliriz ki, öncelikle “temel güvenlik gereksinimlerinin” yerine getirilmesi gerekmektedir. Gereksinimleri belirlerken, sadece ağ bileşenleri, donanım ve yazılımlar olarak algılamamak, personel ve süreçleri de ele almak gerekiyor. Hedeflenen yapının, kurumun sahip olduğu “bilginin gerektirdiği seviyede” güvenli olması gereklidir. Dikkat ederseniz sabit bir hedefi burada vermiyorum, veren de hata yapıyordur. Güvenlik hedefleri, korunacak materyali temel almadan, bağımsız bir anlayışla belirlenemez. Çünkü tehdidin niteliğini, korunan şey belirler. Alan terminolojimizde söylemek gerekirse, Yüksek Seviye Güvenlik, kurumda kabul edilebilecek optimum risk seviyesi ile belirlenir.

Tehdidi sadece dışarıdan algılar durumda olamayız. Örneğin katı bir politika uygulanmamasından dolayı, içerideki zayıflıkların dış tehditlerden çok daha fazla zarar verebildiği görülmüştür.

Bu noktada günümüz tehditlerini düşündüğümüzde temel ağ gereksinimleri temelden detaya doğru şu şekilde oluşmaktadır. Güvenlik Duvarı, URL/İçerik Filtreleme, Antivirüs/Antispam, Anonim Kullanıcıların Kimliklendirilmesi, Ağ Kayıtlarının Kanuni Şekilde Tutulması, Merkezi Yetkilendirme ve Politika Uygulama (AD ve benzeri), Uzak Erişimlerde VPN, Saldırı Tespit ve Önleme.

– Daha özelden bakarsak, e-devlet uygulamalarına karşı en büyük güvenlik tehditleri olarak neleri görüyorsunuz?

E-Devlet uygulamalarında 2008-2010 arasında karşılaşılan en büyük güvenlik olaylarını sıralayalım. Bunlar sorumuza doğrudan cevap oluşturacaktır. DoS, DDoS ve benzeri saldırı tipleriyle hizmetin aksatılmasına yönelik saldırılar yaşanmaktadır. Veri sahibinin belli olmaması ve verinin farklı devlet kurumlarında farklı güvenlik anlayışları ya da altyapı-bilgi yetersizlikleri nedeniyle uygun güvenlikte sunulmaması ve sonuçta açık edilmesi sıkça yaşanan bir durumdur. Uygulama/Yazılım geliştirme seviyesinde açıklar nedeniyle, veri gizliliğinin ve bütünlüğünün korunamaması durumları oluşmaktadır. İnternet erişim politikası zayıflığından kaynaklı olarak, tüm zamanların klasiği virüs/worm/trojan/malware dörtlüsünden kaynaklı ağ aksamaları, iş ve veri kayıpları bilgi işlem çalışanları için önemli bir zaman kaybına neden olmaktadır. Uygun ürün ve uygun politikayı disiplinli bir şekilde kullandığınızda bu tehditlerden önemli ölçüde korunabiliriz.

– Sizin de değindiğiniz gibi son yıllarda, DDoS olarak adlandırılan saldırılar yurtdışında özellikle sıkça duyulmaya başlandı. Twitter, facebook vb. gibi sosyal medya araçları dışında ciddi devlet kuruluşlarına da bu tür saldırılar oldu. Bu tür saldırılara karşı nasıl bir önlem alınabilir? Uluslararası işbirliği saldırıları önlemede ve saldırganları yakalamada etkili olabilir mi?

İnternet saldırılarının en sorunlu yanı da önlenmesi için gerekli olan uluslar arası işbirliğinin sağlanmasının güçlüğüdür. Türk Telekom ve diğer operatörlerin üst operatörler ile hızlı çalışan kanallar oluşturmaları elbette bir çözüm olur. Ancak bugün Türkiye içindeki ISP’ler ve müşterileri arasında ilişkilerin zayıflığından söz ederken bunun sağlanması zor görünüyor. Kendi yöntemlerimizle başbaşayız. Üst katmanlara çıkmadan daha Labris Güvenlik Duvarı seviyesinde DDoS özel uyguladığımız yöntemlerle önemli ölçüde başarı elde ediyoruz.

– Mart 2010’da, Türkiye’deki 23 terör örgütü üyesi, kamu kurumlarının web sitelerini “hack”leme girişiminden ötürü gözaltına alındılar. Bu kişilerin, e- devlet, Pol-net gibi kurumların aralarında iletişimini sağlayan, bilgi ve verilerin yüklendiği ağlara saldırı düzenleyecekleri bilgisi medyada yankı buldu. Yine, diplomatik anlaşmazlıkların da siber dünyaya anında yansıdığını görüyoruz.  Bütün bunları nasıl değerlendirmeliyiz?

Ne yazık ki terör, savaş ve düşmanlık siber dünyada da kendilerine yer bularak, insanları, kurumları ve ülkeleri etkilemeye ve risk oluşturmaya devam ediyor. Siber ortam ülke savunması açısından sadece farklı bir ortam, ama önemli bir bileşeni, en az Kara, Hava ve Deniz savunması kadar. Bir de güvenlik olaylarını kesintiye yol açanlar ve bilgi hırsızlığıyla sonlananlar olarak ikiye ayırmak lazım. Normalde ele geçirilemeyecek bilgiler, yine siber ortam üzerinden edinilebiliyor olabilir. Bunları da değerlendirmek gerekir.

– Tekrar e-devlete dönecek olursak, e-devlette en büyük zaaflar nelerdir?

E-devlette en önemli zaafı “eşgüdümsüzlük” olarak belirleyebilirim. Bu şu anlama geliyor; e-devlet sistemlerinin gerek geliştirilmesi gerekse işletilmesi aşamasında kullanılacak metodolojiler eksik, kurum bağımsız ama devlet içi denetim yeterli düzeyde değil, veri sahibi belli değil ya da belli olduğu halde veri diğer kurumlarca eşgüdümsüz şekilde paylaşılıyor. Bütün bunlar çok önemli ve ölümcül zaaflar.

“Eğitim eksikliği”ni ikinci aşamada sayabilirim. Unutulmamalıdır ki bir sistem kullanıcısının zayıflıklarından muzdariptir. Eğitim eksikliğinden dolayı bir ürün kullanılamıyorsa ya da yanlış kullanılıyorsa elbette bir zaaf oluşur. Bu nedenle özellikle kamuda personel eğitimine önem verilmeli.

“İkinci göz eksikliği” bir diğer önemli zaaftır. Kurulan yazılım ve sistemlerin kullanıcı ve üretici dışında, bağımsız profesyonel unsurlarca çerçevelerinin belirlenmediğini, bağımsız denetçiler tarafından güvenlik testlerine tabi tutulmadan kullanıma açılıyor olduğunu görüyoruz.

Diğer yandan barış ortamında yeterince algılanamayan fakat belki de en önemli unsur “yabancı menşeli ürün kullanımı ve yerli bilgi birikimi oluşturulamaması” başlığı var. Labris’ in %20 ye yaklaşan Pazar payına rağmen, ülkemiz maalesef halen Amerikan ve İsrail menşeli ürünlerin bir pazarıdır. Bu durum da bizce çok önemli bir zaaftır. Son yaşanan İsrail anlaşmazlığında yabancı ürün kullanan kamu kurumlarındaki endişeyi ve yerli ürün kullanma isteklerini bizzat yaşadık. Daha ciddi bir anlaşmazlık halinde ne yapıyor olacağız? Cevaplanması gereken soru budur. Bu cevabı savaş anı heyecanı ve aceleciliğiyle değil, ulusal savunma ile ilgili risk analizinin önemli bir parçası olarak değerlendirmemiz gerekir.

Bundan önceki dönemde kamu kurumlarına bu noktada bir miktar hak veriyordum açıkçası. O kadar emek sarf ederek oluşturdukları sistemleri, herhangi bir şekilde kalitesi belli olmayan yerli bir ürünün güvenliğine teslim etme durumunu değerlendirmeleri gerekiyordu.

Biz bunun hep farkında olduk ve bize güvenen kurumlarımızı hiçbir zaman yarı yolda bırakmadan bu güne geldik. Üstelik bu güne gelirken yanımızda bir de uluslararası geçerlilikteki, en yaygın ve tek ISO standardını ürünlerimize katarak geldik. Labris, alanında ISO 15408 Ortak Kriterler (Common Criteria) EAL4+ sertifikasyonunu alabilen dünyanın 12’inci, ülkemizin ise ilk ve tek markasıdır.

İşte bu noktadan sonra Başbakanlık genelgeleri ile emredildiği şekilde yerli ürünlerin kullanımında değerlendirilecek bir marka olarak en önde yer alıyoruz. Tüm Türkiye’de yaşandığı gibi burada da bir değişim yaşanmaktadır. Bundan sonra uygun nitelikte yerli ürünleri, var oldukları halde tercih etmemenin sorumluluğu hissedilmelidir.

– UEAKE’nın Bilgisayar Olaylarına Müdahale Ekibi(BOME) ismi ile kurduğu yapı hakkında ne düşünüyorsunuz.

Eşgüdümün öneminden bahsetmiştim. Bu TR-BOME projesi de planlama itibariyle oldukça önemli bir çalışmadır, tebrik etmek gerekir. Amaçlar, Türkiye’de oluşan bilgisayar olaylarının merkezi olarak izlenmesi, tehdidin belirlendiği anda tüm kamu ve ticari kurum uçlarında engellenmesi, dokümantasyon üreterek kamuyu bilgilendirmesi gibi sıralanabilir. Zaten bilgiguvenligi.gov.tr ‘de daha ayrıntılı bilgi var.

Şu anda portal işlemekte ve TR-BOME henüz etkisi yüzeysel kalsa da çalışmakta. Ancak daha fazlasının çok daha fazla emek ve yatırım gerektirdiğinin farkındayız. Bu noktada ya Tübitak bu amaçla fonlanmalı ya da harici bir kurum alacağı bir fonla bu görevi üstlenmelidir. Ancak bence, UEKAE sahip olduğu personel niteliği ile bu göreve en uygun kurum gibi durmaktadır. Bizler yerli üretici olarak ürünlerimizde TR-BOME’nin ve TİB gibi diğer devlet kurumlarının her çıktısını değerlendirmek, eşgüdüm içinde ve senkronizasyon halinde çalışmak noktasında isteğimizi belirtmiş durumdayız. E-devlet güvenliğinde esas başarının da bu sayede yakalanabileceğine inanıyoruz. Bugün Amerika’ya baktığımızda ticari sektörün işin içine dahil edilmesiyle bilgi birikiminin ve dünyaya yayılmış markaların çıkabildiğini görüyoruz. Tübitak da devletimizin önemli bir kurumu olarak görevi gereği bize altyapı hazırlamaya devam etmeli, bizim ve benzeri tüm üreticilerin başarılarına ve sonuçta da kamu e-devlet güvenliğinin sağlanması başarısına ortak olmalıdır.

– Yerli ürün kullanmanın avantajları neler olabilir, sadece Türkçe arabirimler olması mı?

Sorunuz için teşekkür ederim, önemli bir nokta. Zaafları belirtirken eğitimden bahsetmiştim hatırlarsanız. Yerli ürün yalnızca arabirimleri Türkçe olan ürün değildir. Bunun yanında ürün özellik ve niteliklerinin yerele uygun, yerel mevzuata uygun olması, tüm dokümantasyonun Türkçe olması, tüm eğitimlerin Türkçe olması, tüm üretici dışı kaynakların da Türkçe olması büyük bir avantaj doğurmaktadır. Diğer yandan ürüne tam hakim ve hemen yakınınızda bir destek ekibi ile çalışıyor olmak çok büyük bir avantaj. Sadece ürünün kullanımı açısından düşünmeyelim. Biz müşterilerimiz ürünlerimiz dışında ağ güvenliği ve genel güvenlik alanlarında da her sorularında yön göstermeye çalışıyoruz. Hatta bunu müşterilerimizin bir hakkı olduğunu vurgulamak adına destek ve güncelleme hizmetimizin ismini “Destek, Güncelleme ve Danışmanlık“ hizmeti olarak değiştirdik.

Diğer yandan Arge’ye yakın olmak da yerli ürün kullanıyor olmanın önemli bir avantajı. Bugün örneğin 5651 sayılı kanun gereksinimleri açısından baktığımızda yabancı ürünler bu niteliği ancak ek birkaç ürünü bir arada kullanarak dolayısıyla daha yüksek toplam sahip olma maliyeti sağlarken biz yerel olmanın avantajı ile mevzuata uygun ürünü kaynağında planlayarak, üretiyoruz. Bunun dışında müşterilerimiz zaman içerisinde, ürün ile ilgili yeni fikirlerini iletiyorlar ve iddia ediyoruz ki bunlar herhangi bir markada görülmeyecek bir hız ile kaliteli bir şekilde ürünlerimizin sonraki sürümlerinde yer alıyorlar. Yani Ar-Ge’ ye ve üretime yön çizmek mümkün.

– Peki, Ortak Kriterler sertifikasyonu ve EAL4+ den bahsettiniz, kısaca bahseder misiniz?

Ortak Kriterler daha önceden bazı ülkeler tarafından geliştirilmekte olan ITSEC, TCSEC, CTCPEC sertifikasyonlarının birleştirilmesi sonucu oluşmuştur. Eskilerden bildiğimiz Orange Book, C2 gibi anılan sertifikasyonların güncel halidir. Bu sertifikasyon ISO tarafından yayınlanmış ve 15408 numarası ile tüm ülkeler için alanında resmi ISO standardı olmuştur. Dünyada yalnızca 14 ülke bu sertifikasyonu verebilmektedir ve yalnızca 50 civarında laboratuarda ilgili testler yapılabilmektedir. Zira çok ciddi bir laboratuar ve bilgi yatırımı gerektirmektedir. Türkiye’deki laboratuarın kurulması askeri kurumlarımızın ihtiyaçları doğrultusunda Tübitak UEAKE bünyesinde ayrı bir yönetim bölümü olarak yapılandırılmış ve OKTEM (Ortak Kriterler Test Merkezi) olarak isimlendirilmiştir. Sertifikasyonun belgeleme kısmını ise TSE yürütmektedir. TSE ve UEKAE bu alanda 14’üncü sertifika verebilen ülke olmak amacıyla bu işe başlamışlar ve başarıya ulaşmışlardır. Şimdi tüm dünya ülkelerinden sertifika başvuruları kabul edebilir ve değerlendirebilir ve sertifika ihraç edebilir konuma geldik. İşte, bilgi bu şekilde ihraç edilebilir. Geçtiğimiz günlerde Antalya’da yapılan Ortak Kriterler Konferansı’na da TSE başarılı bir şekilde ev sahipliği yaptı.

EAL4+ garanti seviyesi ticari ağ güvenliği ürünlerinde alınabilecek en üst seviye. Bu bir ürünün “metodik olarak tasarlandığı, test edildiği ve gözden geçirildiği” anlamına geliyor. Kendi altında 7 ana başlık ve 26 alt başlık altında binlerce gereksinimi barındırıyor. Bazı başlıklar halinde kabaca içerikleri şunlar:

1- Konfigürasyon Yönetim Otomasyonu

Kodların yönetiminin yapılması ile ilgili ailedir. Müşteriye ulaşan herhangi bir sürümün herhangi bir parçasındaki kodun doğrudan görüntülenebilmesi, hangi geliştirici tarafından geliştirildiği detayında geriye dönük problem takibi ve değişikliğin tespiti yapılmasını sağlar.

2- Sürüm Destek ve Kabul prosedürleri

Yeni bir sürüm çıktığından bundaki değişikliklerin takibi, değişikliklerin kabulü ve sürümün onaylanması için iyi prosedürlerin bulunması uygulanması ve sürümlerdeki hataların önlenebilmesi anlamına gelir.

3- Dağıtım ve Operasyon

Ürün üretimden çıkıp müşteriye ulaşan kadar değişiklik olmadığından müşterinin emin olması anlamına gelir.

4- Kurulum ve Başlatma prosedürleri

Kurulum ve ilk başlatma için en iyi deneyimler prosedürel yazılmış olmasını, prosedürsüz kuran kişinin inisiyatifinde bir kurulum yapıp güvenliğe riske atan ayarlar yapılmamasını garantiler.

5- Güvenliği zorlayıcı Üst Seviye tasarım ve testleri

Ürün ürün güvenliğini de zorlayıcı bir üst seviye tasarıma sahip olsun ki güvenli bir ürün geliştirilebilsin.

6- Açıklayıcı alt seviye tasarım

Üst seviye tasarımın uygulandığı bir alt seviye tasarım ve bunun üründe uygulanmasının değerlendirilmesi yapılır.

7- Belgeleme

Ürün son kullanıcı ve yönetici dokümantasyonlarının güvenli işletimi sağlamasını garantiler.

8- Güvenli Hayat Döngüsü

Ürünün hayat döngüsü içerisinde çıkabilecek güvenlik açıklarına karşı güncellemelerinin üretilip hızlı bir şekilde dağıtılabiliyor olmasını içerir.

9- İyi açıklanmış geliştirme araçları

Her geliştiricinin aynı geliştirme araçlarını ve aynı kullanım metodolojisi ve geliştirme pratikleri dahilinde kullandığına emin olunmalıdır.

10- Fonksiyonel test

Tüm ürün fonksiyonlarının belirtildiği şekilde testi ve fonksiyonel işlerliğinden emin olunması

11- Bağımsız testler

Bağımsız testler ile sistemin işlerliğinin ve saldırılara dayanma gücünün test edilmesi

12- Bağımsız Zayıflık Analizi

Bağımsız zayıflık analizi ile sistem zayıflıklarının varsa tespiti ve değerlendirilen sürümün zayıflık bulunmadan çıkarılması

13- Fiziksel Güvenlik

İşe alım süreçlerindeki güvenlik araştırmalarından başlamak üzere üretim ortamının güvenli olması ve kural dışı hareketin engelleniyor olması

14- Güvenlik politikaları

Firma, üretim ve süreçlerinin işleyişinin tamamen güvenlik politikalarını bağlı olarak işlerliğinin garanti edilmesi

Görüldüğü gibi Ortak Kriterler piyasadaki bir kısım sertifikalar gibi yalnızca ürünü ya da ufak bir fonksiyonunu sertifikalandırılmasında çok farklı. Ürün özelliklerini ve bunların kapalı kuru test sertifikalandırılmasını içerirken diğer yandan da tüm firmanın üretim sürecinin, ürün yönetim sürecinin, müşteriye ulaşma ve sunma sürecinin de bir kontrol ve sertifikasyon altında olmasını getiriyor. Bu nedenle de diğer tüm sertifikasyon süreçlerinin bağımsız ve tek dünya standardı olabilmiştir.

– Peki Ortak Kriterler bir ürüne ne katar ya da bir firmaya ne katar?

Önce iki cümle ile özetleyeyim sonrasında detaylandırayım isterseniz. Bir ürün sertifikasyonun zorlayıcı gereksinimlerine göre geliştirilirse güvenli olur. Bir firma da 15408 gibi bir sertifikasyon çerçevesinde üretim yapıyorsa kendini terbiye eder. Bu şekilde bir sertifikasyondan geçmiş bir firmayı anlatalım.

  1. Tüm iş süreçleri prosedürlere oturmuştur. Bir eylemin başka bir noktayı etkilemesi önlenir.
  2. Tüm ürünleri belli prosedürlere uyar. Müşteri devamlı değişimle karşılaşmaz. Karşılaşırsa değişimlerin ne olduğunu hemen değişim dokümanından bulabilir.
  3. Firma iç güvenlik önlemlerini alır ve firmanın geliştirdiği her proje ve işe, bu metodolojiler sirayet eder.
  4. Firma yazılım mühendisliği metodlarına mutlaka her projesinde uymaktadır. EAL4 seviyesinde sertifikasyonu bulunan bir firmanın, CMMI3 seviyesinde olgunluğa sahip olduğunu iddia etmesi, tuhaf karşılanmaz.
  5. Firma konvansiyonel fiziksel önlemlerini almıştır.
  6. Personelinin yetkinlikleri belli bir seviyenin mutlaka üzerindedir. Çünkü belli sistemleri (Konfigürasyon Yönetimi, Güvenlik Sistemleri, IDE, Test araçları) kalifiye olmayan personel kullanamaz.
  7. Firma dokümantasyona çok önem veren bir firmadır.
  8. Firma ürünlerinin testini müşteriye sunmadan önce yapar.
  9. Firma organizasyonel bir yapıda işlemektedir. Görevler tam olarak belirlenmiştir ve çalışanlar bu kapsamda iş yaparlar. Dağılmadıkları için kaliteli iş çıkarırlar.

– Ağ güvenliği sektöründe faaliyet gösteren yerli bir teknoloji üreticisi ve Ar-Ge şirketi için, Ortak Kriterler sertifikasyonu ne ifade ediyor?

Bu sertifikasyon bizim için 3 anlama sahip. Birincisi üretim ve ürün kalitemizdir. İkincisi Türkiye’deki kabul edilirliğimiz ve verdiğimiz güvendir. Üçüncüsü ise uluslararası pazarlara giriş anahtarımızdır.

– Bu sertifikasyon bildiğimiz kadarıyla pahalı ve uzun bir süreç. Bu sertifikasyon sürecinin size maliyeti ne oldu?

Sertifikasyon çalışmamız, Tübitak ve TSE’nin prosedürleri oturtma süreçleriyle paralel ilerlediğinden beklenenden biraz uzun sürdü. Diğer yandan da ilk sertifikasyon olmasından ve laboratuarın tescilini sağlayacak proje referansı olmasından dolayı ince elenip sık dokunarak ilerlendi. Sonuçta sertifikasyon sürecinin yarım milyon liraya yakın bir maliyeti oldu. 2007 yılında başlayan süreç 2008 sonunda tamamlandı. 2009 itibariyle de sertifikamızı aldık. Maliyetlerin yüksek olmasında, sertifika güvenlik garanti seviyemizi EAL4+ gibi en üst seviyede hedeflememizin ve süreç içinde yazılım hayat döngüsündeki hataların giderilmesine de ciddi kaynak ayırmamızın etkisi olmuştur.

– Ya global anlamda?

Belirttiğim gibi bu aynı zamanda bizim yurtdışı pazarlar için anahtarımız. Türkiye’de biz ya da kanalımız müşterilere ulaştıklarında kendimizi daha kolay anlatabiliyoruz. Gerektiğinde bir telefon uzakta olabiliyoruz. Yurtdışında ise tamamen yabancı bir marka olarak konumlandığınızda, ürün seçenlerin gözünde bir karşılaştırma yapılır. Bu karşılaştırma nicel ve global değerlere odaklanmak zorundadır. Sertifikasyon da bunun en güzel ispatı olmaktadır.

– Common Criteria’ya başvurmuş ilk firma olarak, sizi en çok zorlayan noktalar neler oldu? Bu noktalarda, yerli teknoloji üreticilerine önerileriniz var mı?

İlk olmamızdan dolayı oldukça dikkatli ilerlenen bir sürecin içerisinde olduk. İnisiyatifin değerlendiricilerde olduğu noktalarda, hazırladıkları değerlendirme raporlarını haklı olarak güçlü tutmak istemeleri, bize bir takım geliştirmelere mal oldu diyebiliriz.

İlk olmaktan kaynaklı zorlukların dışında; iki noktada yoğunluğun biriktiğini söyleyebilirim. Bunlardan birincisi süreç içerisindeki dokümantasyon işleri ve bir diğeri de ürünün, güvenlik garanti gereksinimlerine göre güçlendirilmesi sürecidir. Süreçler açısından büyük bir zorluk yaşamadık. Bunda 2002 yılından beri belirli metodolojiler dahilinde üretim yapma alışkanlığında olmamızın etkisi vardır. Önemli bir kısmında sertifikasyona hazırdık diyebilirim.

Ortak Kriterler sertifikasyonu için Türkiye’de bir değerlendirici laboratuara sahip olmak çok büyük bir nimettir. Bu nedenle tüm yerli güvenlik ürünü üreticilerinin bu imkanı değerlendirmesini öneriyoruz. Ancak diğer yerli üreticilerin de öncelikle kendi yazılım ve ürün geliştirme süreçlerini endüstri optimumlarına adapte etmeleri gerek. Zira bu olmadan böyle bir sertifikasyon bir hayalden öte gidemez. Bir kısım rakiplerimizde olduğu gibi her müşteride içerisinde hangi özelliğin ve dolayısıyla hangi hataların olduğunun bilinmediği farklı bir sürüm, müşteriye özel isteklerin o cihaz üzerinde geliştirilmesi gibi yöntemler, yeterince test edilmemiş fonksiyonlar, ağır tanıtım makyajı ile kapatılmaya çalışılabilir. Ancak sertifikasyon sürecinde bunlar birer birer çıkacaktır. Bugün, bu kadar olumlu bir Yerli Ürün imajı var ise bunda sağlık ve kaynak planlamasında üretim yapan yazılım üreticilerinin olduğu kadar 8 yıldır nihai ürün hedefli giden Labris’in de rolü ve emeği büyüktür, bunun zedelenmesini istemeyiz.

– Bildiğiniz gibi 5651 sayılı bir kanun sektörde dönemlik bir hızlanma sağladı. Bu konudaki düşünceleriniz alabilir miyiz?

5651 sayılı kanun bizce doğrudan e-devlet güvenliği ile ilgilidir. Çünkü bir kayıt tutma zorunluluğu söz konusudur. Şu ana kadar kayıt denince akla gelen, pek de önemsenmeyen bir yığın veri dosyasıydı.

5651 sayılı kanun hakkında iki uçta da görüş bulmak mümkün. Bir yanda kişisel hakların korunması yönünde bakıp karşı olanlar, bir yanda da güvenliğin ve tehditlerin azaltılması bakımında destekleyenler var. Biz her iki grubun görüşlerini de değerlendiriyoruz ve ürünlerimizdeki tasarımları bunları göz önünde tutarak yapıyoruz.

Labris ürünleri, kanunun getirdiği her iki gereksinimi de tek başına karşılayabilen yegane üründür. Bunlardan birincisi, yasaklı sitelerin engellenmesi noktası, ikincisi ise tüm erişimin nitelikli yani kanuna uygun şekilde kayıt altına alınmasıdır. Bu iki özellik ile aynı zamanda ülke güvenliğini de arttırıyoruz. Şöyle ki, ürünlerimiz kanuna aykırı erişim yapıldığı noktalarda suçluya ulaşılmasını ve dolayısıyla daha büyük tehditlerin önlenmesini sağlıyor. İkinci olarak, kişisel hakları koruyoruz. Örneği, herhangi bir ağda, bir son kullanıcı yasadışı bir internet eyleminden dolayı suçlandığında, kullanıcı, tutulan kayıtların değiştirildiğini iddia edebilir. Yani, “bu kayıtlar kanun nezdinde niteliksizdir” diyebilir. İşte bu tür basit fakat çok büyük risklere gebe durumları, Labris’in kullandığı zaman damgası altyapısı tartışmasız bir biçimde engellemektedir. Böylece kanunun getirdiği yükümlülükler şüphe götürmez şekilde karşılanmış olur.

E-devlet güvenliği açısında bakarsak, kurum bilgi işlem sorumluları ürün seçerken bu çerçevede çok önemli bir sorumluluğun altına girmektedir. Piyasada niteliksiz yani kanunen uygun olmayan zaman damgaları kullanan birçok yerli ve yabancı ürün türedi. Bu noktada damgaların niteliğinin araştırılmasını öneriyoruz. O kurum böyle söyledi, şu kişiyle konuştuk böyle yapın dedi diyerek uyarlanmaya çalışılan ithal ürünlerin kanunen sorumluluğunu bilgi işlem yöneticisi ve şirket sahibi almaktadır. Log tutan tüm Labris ürünlerinde opsiyonel değil standart olarak ve herhangi bir ek ücret almaksızın tüm kayıtları, kanunen geçerli nitelikli TÜRKTRUST zaman damgaları ile damgalıyoruz. Bu noktada da ilk firmayız. Labris ürünlerinde 2009’dan beri bu özellik bulunmakta, hatta zaman damgası özelliğini yazılım güncellemelerimizle ücretsiz olarak eski müşterilerimizin kullanımına da açtık. Böylece Labris kullanıcısı kurumlar ek bir yatırım yapmadan kanuna uygun şekilde kayıt tutar hale geldiler.

Bir önemli nokta da yatırımın planlanmasıyla ilgili. Bazı kurumlar, kanunun gereğini karşılayayım derken tüm PC lere kadar log almaya çalışan çok yüksek maliyetli çözümleri adapte etmeye uğraşmaktadır. Güvenlik altyapısı oturmuş ve bununla oynamak istemeyen kurumlar için LBRLOG markası altında 10 dakikada kurulabilen ve topoloji ne olursa olsun anında kayıt toplamaya başlayabilen bir ürün ailesi oluşturduk. Fazla yatırım yapmak da az yatırım yapmak kadar problem olabiliyor.

sshfs ile eklenmiş diske yarı kaldığında devam edebilir şekilde veri kopyalama

Bir uzak makinenin herhangi bir diskinin yerel sisteme sshfs ile mount edildiği durumlarda karşıya ya da karşıdan dosya transferlerinin yarıdan kesilmesine karşın kaldığı yerden devam edebilir bir kopyalama ararken bildiğimiz curl tekrar karşıma çıktı.

Bkz:

cd /uzakmount

curl -C – -O file:///root/iso/lsgs-2.1.1-24.iso

Yereldeki /root/iso/lsgs-2.1.1-24.iso dosyasını uzak sshfs bağlantısına kopyalamayı başlattık. Yarıda kesilirse aynı komutla devam ettirilir.