İlk olarak Kurlu Sesleniş dergisi Eylül 2019 sayısında yayınlanmıştır.
Oğuz Yılmaz
[email protected]
Twitter: @oguzyilmazvatan – @oguzyilmaz79
Bir süredir internet tabanlı televizyonların (Netflix, Puhu, Blu gibi platformlar) içerikleri ile ilgili eleştiriler artarak devam ediyordu. Bunlar da yersiz eleştiriler değildi. Özellikle yurtdışı kaynaklı olan platformlarda, çocuklarda ve hatta büyüklerde oldukça olumsuz etki bırakacak unsurlar da yer alıyor.
Örneğin, çizgi filmlerde kız çocukları öpüştürülüyor. Dizilerde çok yüksek oranlarda lezbiyen ve gey karakterler oynatılıyor. Üstelik bu eşcinsellik sanki bir eşcinsellik kotası varmışçasına hiç ilgisiz dizilerde, ilgisiz anlarda ve hatta birçok izleyici rahatsız eder şekilde pompalanıyor. Öyle ki bu nedenle tüm dünyada aboneliklerini iptal eden birçok seyirci şikâyetlerini internette de paylaşıyorlar. Bu dizilerdeki eşcinsellik unsurları ile yıllar geçiren bir seyircinin zaman içinde eşcinselliği normal olarak algılaması da beklenebilir. Netflix bir “eşcinsellik dayatması” aracı olmuştur.
Bu platformlar yalnız Türkiye içinde değil, birçok ülkede büyük eleştirilerle karşılaşıyor. Kitleler Netflix’in neden bu yolla ilerlediğini anlamak için kafa yoruyor. Bir kısmı ekonomik sıkıntıları olduğu için marjinal seyirciyi kendine bağlamayı hedeflediğini söylerken, bir kısmı tek dünya devleti gayesinde olan güçlerin, yozlaştırma, dinsizleştirme, entegre etme amacına yönelik bir platformu olduğunu belirtiyor.
Tek konu bu da değil. Bunun yanında, yine bu platformlarda yayınlanan dizilerde toplumlar aleyhine bir furya da var. 11 Eylül’den sonra sıklıkla gördüğümüz İslam karşıtlığını körükleyen film ve diziler bu platforma özel yapılan yapımlarda da bolca var. Bunlar arasında Araplardan Türklere doğru da örneklemeler de yavaş yavaş görülüyor.
Diğer yandan Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde uğraştığı konulardan birisi olan Ermeni iddiaları da, bir senaristin ve belki de yapımcının isteği ile dizilerde yer bulabiliyor. Örneğin uzayda yaşam arayışının konu edildiği bir dizide uzay gemisindeki 10 gemilik mürettebattan birisi (eşcinsel olanı) yüz yıl önce Ermeni atalarının neler çektiğinden bahsedebiliyor.
Netflix ve benzeri global platformlar tek bir ülke ya da kültürü değil, birçok ülke ve kültürü hedefliyorlar. Alman çizer Max Guther’in NYTimes için çizdiği görsel aslında bu platformların nasıl “ortaya karışık” ve nasıl bir “nüfuz aracı” olduğunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.
Neden Talep Görüyor?
İnkâr edemeyiz ki bu platformlar arz edildiklerinde talep görüyorlar. 1980-1996 arası doğan Y kuşağı (milenyum) ve 1997 sonrası doğan Z kuşağı (dijital yerliler) bu platformların en yoğun kullanıcıları. Türkiye’de de nüfusun büyük kısmını oluşturan, bugün 40 yaş altı olan bu kuşaklar, interneti öğrendi, hatta bir kısmı internete doğdu. İnternetten arkadaşlar edindi, itirazlarını dile getirdi, kendini ifade etti. Gittikçe de internet ve sosyal medya ana yaşam ortamı haline geldi. Bugün ise olağan medya yerine artık internet medyası bu kuşakların öncelikli tercihi. Nedenleri içerisinde elbette bu kuşağın özellikleri de var.
Ancak, bilinen medyadaki tekdüzeliği göz ardı edemeyiz. Ülkemizde 180 dakika süren televizyon dizilerinde birbirine dakikalarca bakışan insanlara bu kuşak nasıl dayanabilir? Sıradanlık, hikâyesi ile niteliksizlik (zengin oğlan fakir kız gibi), yapım sermayesi zayıflığı gibi Türk sineması ve televizyonuna yapılan diğer eleştirileri de göz ardı edemeyiz. Ayrıca, millet ve milliyetten uzak, fikirsizliğin etkisi altındaki bir zümre tarafından yönetilen ve yönlendirilen medya ve sinema sektörü bu kuşağı yakalayamıyor, yakalayabildiğinde de faydadan çok zarar veriyor.
Bununla beraber, öğrenmeye açık olan bu kuşaklar yalnız çevresi ile değil tüm dünya ile ilgileniyor. Tüm dünyada olan hikâyeleri, yaşamları, maceraları, düşünceleri tanımak istiyor. Bu nesle Aşk-ı Memnu ya da Arka Sokaklar yetemiyor. Bu kuşağı tekraren gösterilen 2000’lerin belgeselleri doyurmuyor.
Bu kuşaklar televizyonda tartışma programları izlemek yerine internette açılan etiketler üzerinde görüşlerini ifade etmeyi, tartışmayı, saldırmayı, savunmayı, bunları yaparken kendine bir kimlik oluşturmayı tercih ediyor. Bir salonda konferans dinlerken dahi konferansa odaklanmak yerine, onu dinlerken, düşünüyor ve internet paylaşımları yazarak konferansı ayrı bir dünyada yaşıyor.
İşte konvansiyonel medyanın yakalayamadığı bu kuşaklar internet sosyal medyası ve tv’leri tarafından yapılan arza cevap verdiler. Göz ardı edilemeyen bu gerçek sonucu ergenliği geçirmekte olan, kendini tanımakta olan, hayatını kurmakta olan, hedeflerini belirlemekte olan bu kuşaklar, küresel bir nüfuz alanında nüfuz ediliyorlar.
Nasıl?
Türk milleti asla doğrudan saldırı ile yok edilemeyecektir. Ancak, “millet” ve onun temeli olan tarih ve kültür, yani “dil”, “ahlak”, “din”, “hukuk”, “estetik”, “düşünce”; ve toplumsal yaşamı düzenleyen değerler, yani “inanç”, “değerler”, “örf ve adetler”, “yasalar”, çürümeye maruz bırakılırsa bu çözülme Türk Milleti’ne tehlike potansiyelinde olur.
Türk milletinin ilelebet yükselerek sürmesini hedefleyen Türk Milliyetçiliği bu alanlarda da çalışmayı gerektiriyor. Geleceğimiz çocukların ve gençlerin ellerinde yükselecek. Bu noktada çocuklarımızın bu platformlardan uzak tutulması, gençlerin bilinçli şekilde kullanmalarının sağlanması, bu platformda yaşlarının ötesinde içeriklere maruz kalmalarının engellenmesi, anne babalık görevi olduğu kadar her milliyetçi için bir vazifedir. Türk milliyetçilerinin, çarpan etkisi olan medya ve sinema alanında da yoğun şekilde bulunması ve Türk kültürünü gözeten anlayışı yerleştirmek için birbirine destek olması büyük önem arz etmektedir. Nihai çözüm Türk kültürünü gözetirken tüketicinin beklentisine de cevap verebilecek yeni Türk medya ve sinemasında olacaktır. Siyaset ve politika da, toplu etki sağlayacak araçları ile bu hızlandırılmış erozyonu engellemelidir. Bu yapılırken, neredeyse kendilerini internet dışında ifade edemeyen bu kuşaklar için tamamen engelleyici yaklaşımların tepki çekeceği düşünülmeli ve uygunlaştırıcı yöntemler uygulanmalıdır.